Sayfalar

30 Mayıs 2011 Pazartesi

Ben de kimbap yaptım^^



aslında ben kimbap yapalı 1 hafta oldu, ama ancak şimdi yazabildim^^ geçen Cumartesi Kore Sevenler Topluluğu'nun düzenlemiş olduğu KİM-FEST'deydim. etkinlik Taksim'deki Gaya'da oldu. "Kore Severler Topluluğu" çok güzel etkinliklere imza atan ve Kore'ye gerçekten gönül veren kişilerden oluşan bir grup. grup elemanlarının neredeyse tamamı öğrenci ve doğal olarak yoğunlar, ama buna rağmen sürekli aktif bir biçimde çalışmalarına devam ediyorlar. daha önce sanırım Ekim ayında da Ramen-Fest'e gitmiştim ve orada da çok eğlenmiştim. yaşça benden küçük kişilerle karşılaşacağımı sanmıştım gitmeden önce, ama öyle olmadı, gelenlerin arasında bir sürü üniversite öğrencisi hatta evli kimseler vardı. tabi küçükler de yok değildi, ama ortam güzeldi yine de^^ amaa.. o gün yapılan çekilişte benim ve arkadaşlarımın hiçbirinin adı çıkmamıştı ve taa Kore'den gelen bir sürü şeyden hiçbirini alamamıştık. o defterlerde süslerde öyle gözüm kalmıştı ki muhtemelen bir çoğu kırılmıştır sahiplerinin ellerinde^^ ama KİM-FEST'te öyle olmadı, kermes yapıldı ve ben de istediklerimi alabildim^^

pekii geçen hafta neler yaptık.. öncelikle bu seferki etkinliğe katılım oldukça azdı. ben bunun nedenini etkinlik duyurusunun geç yapılmış olmasına ve kimbap'ın çok da sevilen bir yiyecek olmamasına bağladım. ilk önce grup yöneticilerinden arkadaşım sevgili Yeşim bize kimbap nasıl yapılır anlatmaya başladı. kendine has üslubuyla güzel de anlattı^^ daha sonra malzemeler bir bir geldi ve biz de kendileriyle tanışmış olduk :)



bu gördüğümüz sevgili deniz yosunu yaprakları.. kimbap'ı sarmak için kullanılıyorlar. tam burada bir itirafta bulunmalıyım sanırım. birkaç yıl önce sanırım Misa'yı yeni izlediğim bir dönemdi, diziden etkilenerek kimbap yapmaya çalıştım kendimce.. tabiki yosun yaprağı bulamadığım için pazı yaprağı kullanmıştım ben :) gerçi yosundan daha yenilebilir bir şey kendisi orası ayrı^^



bunlar da kimbap'ın iç malzemeleri. Koreliler renklerin enerjisine çok önem veriyorlar. burada 5 rengin olması çok önemli. her biri ayrı bir özellik taşıyor. bu özellikleri de aşçı ablalar anlatmıştı ama unuttum ben :) neyse, sarı olan şey kesilmiş omlet parçaları. bildiğimiz omlet yapılıyor ve uzun uzun kesiliyor. onun önündeki kırmızımsı şey yine uzun kesilmiş sosis parçaları. sosislerin yanındaki ise turp turşusu. ona danmujiyi deniliyormuş Kore'de. tadı bizim turşumuza benziyor. yine yenilebilir bir şey :) ve en öndeki yiyecek maddesi de salatalık. böylece 4 renk elde etmiş olduk. 5.sini aşağıda göstereceğim. fakat diyelim ki bu malzemelerden biri elimizde yok. o zaman yumurtanın beyazını da ayrı pişirip keserek beyazın enerjisini yemeğimize katabilirmişiz..



solda görülen, 5. malzeme olan havuç. sert olmaması için havucu jülyen doğramamız gerekiyormuş. sağdaki ise ana malzeme olan pirinç. pirincin yapışkan olması önemliymiş. ama haşlanmalı mı buharda mı pişirilmeli o kısmı kaçırdım sanırım, miane^^ bu arada malzemeleri hazırlayan aşçı ablalarımız yiyebilmemiz için pirince tuz eklemişler. tuzsuz nasıl olurdu düşünemiyorum..



şimdi gelelim kimbap'ın yapımına.. önce pişirdiğimiz pilavımsı lapayı ince bir tabaka halinde yosun yaprağının üzerine yayıyoruz. yaprak ince olduğu için dikkat edilmeli, yırtılabilir.. ama bizim kimbap'larımızdan hiçbiri yırtılmadı..



sonra pilavın üzerine iç malzemeleri koyuyoruz. bu arada yaprağın açılmaması için en uca pirinç taneleri koymak gerekliymiş.. sonra iş sarmaya kalıyor. tabi bunun için de şu altta görünen hasır maddeye ihtiyacımız olacak. Korelilerin "pal" dedikleri bu şey bizim çaydanlık altına koyduğumuz altlıklara benziyor. Türkiye'de nerede bulunur bilmiyorum tabi..



sarılan kimbapın üzerine parlak görünmesi için susam yağı sürülüyor. ve sıra kimbapın kesilmesine geliyor. işin en zor kısmı da buymuş. yapışkan pirinç yüzünden bıçak oynamıyor ve kimbapın dağılması tehlikesi ortaya çıkıyor. ben çözümü bıçağa susam yağı sürmekte buldum. ama bıçağı sürekli silmek ya da yıkamak da bir çözüm olabilir.. tabi kendi mutfağınızdaysanız..



vee işte mutlu son! benim kimbaplarım^^ pilav açısından biraz dolgunca olsa da güzel oldu, ben beğendim en azından :) tabi görüntüsünü sadece. bir taneden fazla tadamadım bile.. o da uğraştığım için.. tuhaf bir kokusu var, yer yemez midem bulandı ve uzun bir süre de geçmedi bu bulantı.. ama sevenler de oldu, bazıları bir sürü yedi. tatmayanlar yine de tatmalı derim, en azından Moo Hyuk'cuğumuzun hatrına, çok seviyordu kuzucum :(



bunlar da kermesten aldığım telefon süsleri. biraz bulanık çıkmış burada ama.. şu mavili küçük adamın bir de kız versiyonu var, böyle saçı topuzlu çok tatlı.. onun fotoğrafını çekmemişim.. bunlarla idare edelim^^

bunlara ilaveten etkinlikte çok tatlı Koreli arkadaşlarla tanıştım. o konuşmaları, mimikleri.. resmen sempatiklik akıyor her hareketlerinden^^ bu arada bu arkadaşlardan biri olan Hyung Ju, Ft Island'ın bas gitaristi Lee Jae Jin'in liseden sınıf arkadaşı çıktı.. benim o anki hayretimi tahmin edebilirsiniz..

benden bu kadar.. son olarak şunu ilave etmeden geçemeyeceğim, geçen hafta yapmış olduğum kimbap'ın tadı,  benim yıllar önce yaptığım o çakma kimbap'a bayağı bir benziyordu. yani en azından andırıyordu^^ ama evdekiler "bu ne!" diyerek azıcık ısırıp atmışlardı zavallı yemeğimi T_T. hatta daha sonra Nilü'nün de pazı yaprağında kimbap yaptığını okumuş, çok şaşırmış, çok gülmüştüm^^ her Misa izleyicisi merak ediyor demek ki :) her neyse, benim Uzakdoğu yemekleri çalışmalarım tüm engellemelere rağmen devam edecek.. beni izlemeye devam edin :)

18 Mayıs 2011 Çarşamba

yepyeni haberler^^ filmler, diziler, albümler...

karmakarışık bir yazı ile daha yine karşınızdayım sayın okuyucular.. gece gece yazmak geldi içimden. öncelikle en son izlemiş olduğum film olan "Finding Mr Destiny"den bahsetmek istiyorum biraz. son blog buluşmamızda sevgili La Fea hediye etmişti bana bu filmin Dvdsini. (Dvd'de North and South da var onu da izler izlemez anlatacağım)



bugüne kadar Gong Yoo'ya ait sadece "Coffee Prince"ı izlemiştim. orada kendisini ne kadar beğendiğimi de şu yazımda anlatmıştım .. ama bu filmde çook farklı bir Gong Yoo ile karşılaştım. şaşkın, sakar, hayatta bir türlü istediği yere gelememiş tatlı bir tipti. o gözlük, yana taranmış saçlar.. her hali izlettiriyor kendini ama sorun değil :) fakat Im Soo Jung için aynı şeyi söyleyemeyeceğim.. zaten çok güzel bir kadın değil, bu dizideki paçozluğuyla kendinden soğuttu beni iyice. o kahküller falan neydi ya.. bu kadar da olmaz dedirtti. ama rolü iyiydi.. hayatı olduğu gibi yaşama cesareti olmayan bir kızı canlandırıyordu. film, bu kızcağızın babası tarafından zorla Gong Yoo'nun yeni kurduğu "first love agency"ye götürülmesi ve yıllar önce Hindistan'da tanıştığı ilk aşkını araması başladı ve bu iki farklı karakter bir araya gelince komik olaylar çıktı ortaya..



Gong Yoo için izlenebilecek tatlı bir romantik komedi çıkmış ortaya kısacası.. son dönem Kore yapımlarından çok fazla sevdiğim bir film çıkmadı zaten. "Cyrano Agency" hariç.. gerçekten farklı güzel bir filmdi. onu da yazmalıyım bir ara..



ben yine bayağı bir geriden geliyorum ama Jung Yong Hwa ile Park Shin Hye'nin yeni dizisi "You Have Fallen For Me" de Cn Blue'nun tatlı mı tatlı bateristi Kang Min Hyuk da oynayacakmış, yeni öğrendim.. bu dizi izlenmez mi ya.. dört gözle bekliyorum!



vee yeni öğrendiğim bir haber daha! ödevler sınavlar derken biricik Ft Island'ımı çok ihmal etmişim. en son Hong Gi'nin twitter'ına attığı resmi görmüş, hayran olmuştum. Hong Gi- Won Bin yine yanyana, kolkola.. eski günlerdeki gibi..



yeni habere gelirsek, Ft Island'dan yepyeni bir Korece mini albüm çıkarıyormuş meğerse :D yuppiiiii!!!



en son Japonca bir albümlerinin çıkacağını duymuştum ama bu çocukların hızına da yetişilmiyor ki.. aah ah şöyle "sarang sarang sarang" gibi bir çıkış parçasıyla gelsinler, daha ne isterim ki.. neyse, albümün teaser'ı 20 Mayıs'ta geliyor, kendisi ise 24 Mayıs'ta.. albüm 5 şarkıdan oluşuyor yine:

1. HELLO HELLO
2. OH
3. SUNSHINE GIRL
4. 고백합니다
5. 널갖겠다

"Jump Up" kadar güzel bir mini albüm bekliyorum ama hiçbir mini albümlerinin onun kadar güzel olamayacağını düşünüyorum malesef.. beşte beş nasıl bir şeydi o ya :) "like a doll" yeterdi bir kere..







son olarak "Muscle Girl"ün 4. bölümü de yayınlanmış.. bu yoğunluğun içinde bu çocuk nasıl ardı ardına albüm çıkarabiliyor pes.. neyse, şu dizisi bitse de izlesek artık.. gözüm yollarda^^

17 Mayıs 2011 Salı

"Love Shuffle" yok böyle karmaşa^^

geçen sene izlediğim son Japon dizisinin ardından "bu son, bir daha asla Japon dizisi  izlemeyeceğim" demiştim.. büyük konuşmuşum. asla "I am Sorry I Love You" ya da "Secret Garden" kadar sevebileceğim bir Japon dizisi izleyeceğimi de ummazdım.. yine yanlış düşünmüşüm..  Love Shuffle tüm önyargılarımı kırdı. öncelikle buradan bu diziyi izlememe neden olan hikaru, chibi, winpohu ve lee'ye teşekkür edip bu uzun yazıma başlamak istiyorum :)



Love Shuffle gerçekten tam tadında bir dizi. içinde hem komedi var hem romantizm, bir de arada gerilim dolu olaylar giriyor işin içine.. her bir bölüm göz kapayıncaya kadar geçiyor adeta. bir de bu güzel senaryonun üstüne birbirinden yetenekli, güzel ve yakışıklı oyuncular da karşımıza çıkınca insan kendisini kaptırıveriyor işte.. bu arada buradan itibaren SPOILER vereceğim, dikkat!! çünkü bu dizi hakkındaki tüm yorumlarımı paylaşmak istiyorum :) diziyi izlememiş olanların yazının gerisini okumamalarını tavsiye ediyorum..



hikaye oldukça lüks bir apartmanın aynı katta oturan 4 sakininin asansörde mahsur kalması ile başlar. nişanlısının babasının şirketinde bölüm şefi olan Usami Kei, fotoğrafçı Sera Ojiro, çevirmen Aizawa Airu ve psikiyatr Masato Kikuta asansördeki kaldıkları o kısa süre içerisinde sohbet etmeye başlarlar ve hiçbirinin aşk hayatının yolunda gitmediği gerçeği ortaya çıkar.. ve Kikuta'nın aklına inanılmaz bir oyun gelir: Love Shuffle! yani nam-ı diğer: Aşk Karmaşası.. her hafta bir çift çıkacak ve hangi tercihlerinin kendileri için daha doğru olacağına karar vereceklerdir.. tabi dizideki 8 kişi de birbirinden renkli ve değişik karaktere sahip olunca bu karmaşa daha da karmaşık bir hale gelecektir elbette :)



hikayemizi anlatmaya başladığıma göre baş kahramanımızdan söz etmezsem ayıp olur şimdi. şapşal mı şapşal, tatlı mı tatlı, dünyanın en merhametli en romantik insanı Kei kendisi.. her zaman yakışıklı jönlerden yana olduğumu düşünürdüm fakat Kei bu fikrimi de çürütmeyi başardı. bu kadar değişik tepkilere, yüz ifadelerine sahip bir çocuk olamaz :) ayrıca kendisi diziyi komediden sıyırıp daha gerçekçi bir çizgiye taşıyan kişidir kesinlikle.. her ne kadar dizi boyunca "Mei Mei" diye keçilik etse de doğru kararı verecektir en sonunda :) ah o Mei yok mu, beni deli etti zaten! bu kızımız daha ilk bölümün ilk sahnesinde Kei'den ayrılıyor fakat Kei onu bir türlü bırakmıyor, bırakamıyor.. tabi bunda Mei'nin babasının şirketinde çalışmasının da bir payı olabilir ama Kei bu kıza gerçekten bağlıydı.. hele Reiko onu odasına attığında ne yapacağını şaşırması falan çok komikti, fırsatını bulur bulmaz topukladı zaten garibim :)



açıkçası ben Mei'nin amacını da tam olarak anlayamadım. çocuğun değişmesini, eski günlerdeki gibi olmasını istiyor, e sonra çocuk işten ayrılıyor, "sana layık olacağım, hayali olan bir iş bulacağım diyor" kız bu sefer de "geleceğimizi düşünmüyor musun" diyor.. ben en baştan demiştim, bu kız Kei'den ayrılmayı kafasına koymuştu bir kere.. sonunda kendisiyle uyumlu harika bir insanla kavuştu zaten :)



vee karizmatik, cool çevirmen Airu.. bu kızı daha ilk bölümden itibaren çok sevdim, belki de meslektaşım olmasındandır kim bilir :)  evet kendisi biraz fazla açık sözlü, hatta zaman zaman patavatsız olabiliyor ama bu tavırlar ona gerçekten çok yakışıyor. kendisi daha ilk bölümde asansörde Kei ile tartışmaya başlayarak onunla iyi bir çift olabileceğinin sinyallerini vermişti :) sonra Kei'nin her başı sıkıştığında bu kızı araması bu ikiliyi hepten kanka moduna soksa da onların iyi bir çift olacağı daha bakışlarından belliydi, çok tatlıydılar.. Airu birçok özelliğiyle beni kendine hayran bırakmayı başardı. mesela bir bölümde kadın ofiste çeviri yaptıktan sonra patronu çevirisinde olumsuz bir tutum sergilediği için kendisine kızdığında "benim de duygularım var" diye patlamıştı kız. demek Japonya'da da çevirmenlerin görünmez olmasını istiyorlar, ülkemize has bir durum değilmiş bu, şaşırdım gerçekten.. ama Airu iyi cevap verdi, hıncımızı aldı işverenlerden :)



yukarıda görülmekte olan Reiko-san apartman sakinlerimizden değil, Ojiro'nun birlikte olduğu evli bir kadıncağız kendisi. oyuna girme sebebini de "kadın olduğumu hissetmek istiyorum" diyerek gerekçelendiriyor. yani kocasını sevmiyor kocası da onu aldatıyor zaten. ama ileride neler çıkıyor neler.. yani en rahat sandığımız kişi en entrikalı karakterlerden biri çıkıyor. bizim dörtlünün Reiko'nun kocasına yakalandığı kısım bi harikaydı, nasıl da korktular adamdan :)



Reiko'nun kocasının bu sahnedeki konuşması bana inanılmaz saçma gelmişti. yani çüş dedim resmen. tamam uzakdoğululardan her şeyi bekliyorum ama "aşk ve seks ayrı şeyler, ben karımı seviyorum bu yeter" demesi beni dumur etmişti. gerçi bu olay da dizinin sonunda mantıklı bir gerekçeye bağlandı, ben de rahatladım :) kısaca Reiko'nun tek amacı bu güzel çocuklarla yatmak gibi görünmektedir. bizim çocuklar da çetin ceviz çıktı ama, Kei kaçtı, Kikuta yanlışlıkla geldi kadının evine.. kadın soyunmaya başlayınca da "ben bir şey söyleyeceksin sanmıştım, o yüzden geldim, gideyim artık" dedi. ben orada koptum zaten.. hay Allahım zavallı Kikuta o kadın bir erkekle konuşur mu hiç, kadın beden dilini kullanıyor işte anlasana :)



Reiko'nun hamile kalması olayı ise  beni ters köşeye yatırdı gerçekten. hiç düşünmemiştim böyle bir şeyi.. bizim çocuklar da şoka girdiler öğrenince, hepsi havaya falan bakmaya başladı çok komikti :) ama yine bir tek  Kei'ciğim sahiplendi çocuğu.. ne lazımsa yaparım dedi.. tabi dizinin sonunda çocuğun gerçek babası da ortaya çıktı, ya çıkmazsa diye çok korkmuştum iyi oldu :) sonuç olarak ben Reiko'yu çok sevdim. yüzündeki o tatlı gülümsemesi çok samimiydi bence. ayrıca kendisi aşk ve seksin farklı şeyler olduğunu düşünüyordu, ki ben de bunu çok zaman savunmuştum ve arkadaşlarım tarafından sözlerimin saçma olduğu iddia edilmişti.. alın işte tecrübeli kadın.. ondan iyi mi bileceksiniz :)



sırada yakışıklı fotoğrafçımız Ojiro var.. kendisi gamsızın tekiydi dizi başladığında, sonradan berduşlara döndü :) fotoğraf çekme teknikleri bir harikaydı, kadınların en derin sırlarını yakalayıp onların ruhunun derinliklerine inmeyi başarması, ne kadar başarılı olduğunu gösteriyordu zaten. itiraf ediyorum dizinin başında Ojiro ve Kairi'yi hiç düşünmemiştim, çok alakasız iki çift gibi görünmüşlerdi bana, ama bu dizide kimse göründüğü gibi değil, sorun da bu zaten..



Ojiro, dizide kimi zaman dümdüz biri gibi göründü, kimi zaman da fazla derinlikli.. mesela Kairi'nin fotoğraflarındaki karaltıyı görünce verdiği tepki çok acayipti :) onun gibi cool bir sanatçıdan beklemeyeceğim kadar korktu.. bu kısım bi harikaydı ama.. çok güldüm çook :) yukarıdaki resimde de hala titriyor zavallı.. tuhaf kızı sardılar başına tabi, ben olsam ben de korkarım :)



siz bu kızın böyle güzel güldüğüne bakmayın kendisi bayağı tepkisiz bir insancık.. güzel sanatlar fakültesi öğrencisi Kairi, Kikuta'nın hastası. sürekli intihar ediyor, hep ölmek istiyor.. ölüm meleği Thanatos'u gördüğünü iddia ediyor ve 20. yaş gününde kendisinin öldüreceğini söylüyor. yani bunları Kikuta söylüyor, yoksa bu kız dizi boyunca hiç konuşmadı sayılır yani.. benim favori sahnem Kairi ile Yukichi'nin karşılıklı buz kıtırdattıkları sahnedir :) utangaç, konuşmayı sevmeyen bu ikili iki çıkmalarında da sadece buz kıtırdattılar, zavallı Yukichi kızla sohbet etmeye falan çalıştı yazık ya :) son bölümde de yine bu sahne çıkınca kahkahalarıma engel olamadım. bir de çocuk: "en yakın arkadaşımı kaybettim, sevdiğim kızı kaybettim" diye dert yanıyor kıza :) zavallım benim :)



sağda görünen kişi sevgili Yukichi.. kendisi oldukça utangaç biri, ama çok zengin. şirketleri falan var. insanlardan rahatsız olduğu için gittiği mekanları kapattırıyor.. oyuna katılma sebebi ise Airu ile arasını düzeltmek.. ama Airu ondan en başta vazgeçmişti.. bu oyun en çok Yukichi'ye yaradı bence.. kendisine çok uygun bir kızcağız buldu o da..



son olarak gizemli psikiyatr Kikuta.. bu adam dizinin en tuhaf ve gizemli karakteri gerçekten.. daha en baştan kendisinde bir tuhaflık olduğu anlaşılıyor. çünkü amacı tam olarak belli değil. Kairi'yi tedavi etmek için oyuna girdiğini söylese de insan inanamıyor bir türlü. hele o yüzünden hiç düşmeyen gülümsemesi yok mu! ben hep "bir tuhaflık var bu adamda çıkar kokusu" diye düşünmüştüm, tabi senarist de böyle düşünmemiz için elinden geleni yapmıştı orası ayrı.. ama böyle çıkmadı. iyi de oldu. bence Love Shuffle'a böyle kötü bir karakter yakışmazdı zaten.. ama bizi kötü olduğuna inandırdı..



havuz başında Kairi'nin yanına gittiği gün kendi hikayemi yazmıştım ben.. Thanatos Kikuta'ydı. Kairi'yi ölmesi için ikna ediyordu. tabi bunun da bir sebebi vardı.. Kairi ölünce eski sevgilisine benzeyen Ojiro aşk acısı çekecek ve Kikuta da onu teselli edecekti..



işte Ojiro'ya benzeyen eski sevgili.. işte bu sahne beni resmen dumur etti, ağzım açık kaldı diyebilirim. tamam ben de eski sevgilinin gruptaki erkeklerden biri olduğunu anlamıştım bu barizdi, ama bu çocuk.. çok korkunç! tatlı Ojiro'yu nasıl bu hale getirmişler.. tuhaf bir peruk, o gözlükler ve sanırım diş telleri.. ıyyk! ve bu resmi gören zavallı Airu ve Kei'nin yaşadığı travma! anlatılmaz yaşanır cinstendi..



hele ki tüm bu olayların sonrasında Kikuta'nın Ojiro'nun dibinden ayrılmaması, "seni hiç yalnız bırakmayacağım" demesi şüphelerimi güçlendirdi. bir de o attığı kötü adam kahkahası yok mu! hala kulağımdan gitmiyor :) iyi rol yapmış kısacası helal olsun..



tabi hiçbir şeyin görüldüğü gibi olmadığı ortaya çıkıyor sonra.. ama benim hala anlamadığım bir şey var. o gün havuz kenarında Kairi neden Kikuta'ya "Thanatos" dedi. yoksa Kikuta'nın o an söylediği cümle mi kıza Thanatosu hatırlattı? cevabımı da verdim ama hala meraktayım bu konuda..



tamamen ideal çiftini bulma amaçlı bu oyunda ideal dostunu bulanlar da çıkmadı değil :) tabiki Yukichi'den bahsediyorum şu an.. Kei'ye amma bağlandı, Kei de onu sevdi ama.. ikisi çook tatlıydı ya, Yuki'nin Kei için Mei'yi takip etmesi falan harikaydı.. hele Ojiro'nun telefonuna taktığı Tara-chan süsü :)  amacı Mei ile ikisinin konuşmalarını dinlemek tabi..



bir de tuhaf tekerlemeleri vardı bu ikilinin.. bir de işin komik yanı ikisi de birbirlerinin sevgililerine yazıyor ve ikisinin de bundan haberi yok :) dostlukla aşk arasında kalsalar da hepsi o kadar olgun ki tüm sorunlarını hallettiler.. (hele Kei, dizinin sonunda yaptıkları inanılmazdı, kimse böyle bir şey yapmaz kesinlikle.) hatta birbirlerine yardım etmeye falan çalıştılar. Kei'nin "ya Mei soyunursa?" sorusuna Yuki'nin "üşüyeceksin, üzerini giyin derim" demesi bir harikaydı.. tebrikler tara-chanlar :)



ve bu ikili.. insan daha ilk bölümden bunların nasıl ideal bir çift olduklarını anlıyor.. öyle tatlılar ki.. öyle mıç mıç sıkıcı bir ilişkileri yok, birbirlerini iğneliyorlar, dalga geçiyorlar ama ihtiyaçları olduğunda hep yanlarında birbirlerini buluyorlar.. belki de bu yüzden çok yakışıyorlar.. ama son bölüme kadar insanı deli ediyorlar orası ayrı..



aah ah zavallı Kei'm ya.. çocuk zaten kıza meyilli, resmen duygularıyla oynadılar bu sahnede.. hadi diğerleri makara yapmak istiyor, ya sen aptal Airu! "diğer hayatımızda buluşuruz" diyen ağlamaklı çocuğun duygularını göremiyor musun?? amma kızmışım ben de ha.. Kei bile bu kadar kızmamıştı :)



bu diziyi sevmemin en büyük sebeplerinden biri de yazımın başında da belirttiğim gibi komedi dışında birçok yerinde insanı düşündürmesi, "vay be" deditmesi oldu. tabi bu görev genelde Kei'ye verilmişti dizide. politikacı olmaya karar verdiğinde meydanlarda söyledikleri nasıl doğruydu.. seçim sürecindeki ülkemizde hergün bir sürü seçim propagandası dinliyoruz, hiçbiri bana bu kadar hitap etmemişti. hele ki bu sene mezun olacak olan bir üniversite öğrencisi olarak işsizliği, torpili, geleceğin belirsiz oluşunun verdiği ağırlığı böylesine içten ve doğru anlatan birini daha görmemiştim.. sonra, yine Kei'nin hayali olan bir meslek araması veee bulamaması :( malesef gerçekti yine.. hepimiz zorunlu bir şeyler okuyoruz, hangimiz mesleğimizin bir ideali olduğunu düşünüyoruz. onda birimiz belki..



vee tabi ki Kei'nin "uso da to itte yo, Joe" repliği.. resmen bayıldım.. hele her sahnede Joe kısmını başka birinin söylemesi acayip komikti.. artık her başım sıkıştığında bende sevgili Joe'ya sitem ediyorum.. teşekkürler Kei :) ayrıca bu repliği "yapma be, Joe" şeklinde çeviren çevirmen arkadaşıma çok teşekkür ediyorum. çok güzel olmuş, tam oturmuş..



dizideki tavşan kaplumbağa hikayesi de çok güzeldi. Kore dizilerindeki gibi Japon dizilerinde de semboller görmek iyi oldu.. ah be Airu, hayatımızda ne tavşanlar var, tekmelemek istiyoruz, uyandırmak istiyoruz ama tık yok, ve ne kaplumbağalara dönüp bakmıyoruz.. yalnız değilsin, merak etme..







elbette dizinin şarkısı "fantasy"den de söz etmezsem olmaz şimdi.. harika bir şarkı, sanırım başka bir hiçbir OST bu kadar yakışamazdı diziye.. sürekli dinliyorum bu aralar, bıkacak gibi de görünmüyorum :)

amma uzun bir yazı oldu ha.. sonuna kadar okuyan olur mu bilmiyorum artık :) bu diziyi çok sevdim kısacası.. bana en önemli katkısı Japon dizilerine olan ön yargımı kırması oldu.. ne "Hana Kimi" gibi salt komedi, ne de "A Litre of Tears" gibi salt dram çıktı.. tam tadındaydı.. darısı yeni Japon dizilerinin başına artık.. güzel tavsiyelere açığım bundan sonra :)

Big Bang'in Türkiye'ye gelmesi için oylamaya katılın!!


cuma günü aldığım bu haberle resmen mutluluktan uçtum!! düşünsenize, Koreli bir grup Türkiye'ye gelebilir ve biz onların konserini canlı izleme fırsatını elde edebiliriz.. ve Big Bang'den sonra belki diğer gruplar, aktörler de Türkiye'de hayranları olduğunu görür, ülkemize gelir, yanı başımızda albümlerini, afişlerini  imzalarlar.. belki de bir gün Ft Island konserine  de gidebiliriz, Hong Gi bir metre ötemizde "lovesick"i söyler.. "merhaba Türkiyeee" diye bağırır :)


her neyse bu hayallerimizin hayal olmaktan çıkması için lütfen aşağıdaki oylamaya katılın, oy verin, bu haberi daha çok kişiye ulaştırmaya çalışın..


oy kullanabilmek için aşağıdaki sayfaya giriyoruz ve Turkey'in yanındaki like'a tıklıyoruz.. bu kadar :)


http://www.facebook.com/BIGBANG?sk=app_206193956067212


konu ile ilgili Lee'nin yazısını aynen buraya kopyalayarak yazımı bitiriyorum^^


  Hemen konuya gireceğim, çünkü gerçekten heyecanlı bir durumla karşı karşıyayız. Bigbang Facebook sayfasında yaklaşık bir aydır anket düzenliyor. İlk başta üç bölüm vardı sadece ama Türkiye yorumlarıyla bastırınca ek bir bölüm daha koydular. Burada bayrağımızı gördüğüm andan itibaren beni heyecanın bastığını söyleyebilirim. Kısacası Bigbang’in ülkemize gelme durumu var, bunun için yapmamız gereken tek şey ise ankete katılmak.

Açıklayayım çabucak. Öncelikle buraya tıklıyoruz. En aşağıda Türkiye’nin yanındaki like’a tıklıyoruz, işte bu kadar. Ama 1 – 2 dakikalık aralarla yeniden oy kullanabiliyorsunuz. O yüzden bir tane kullanmakla bırakmayın lütfen, hoş bir oy bile kullansanız yeter, yeter ki tıklayın. Ayrıca Chrome ve Firefox’tan girip oy atabilirsiniz. Farklı Face adresleriniz varsa onlarla da oy kullanabilirsiniz.

Saat farkından dolayı şu anda Meksika önümüzde. Onlar şimdi yattığı için bastırma sırası bizde. Zaten bizim bölümde tek yarıştığımız ülke Meksika. Onun dışındaki diğer bütün ülkelerde iş yok neredeyse. Bu bakımdan oldukça önemli, lütfen yayın bunu arkadaşlar. Facebook profillerinizde paylaşın, Twitter’a, Friendfeed’e yazın, elinizi bu taşın altına koyun. Ben şahsen rica ediyorum, belki Bigbang’i ilk defa duydunuz, belki de umurunuzda değil. En azından o listeden Türkiye’yi birinci çıkaralım düşüncesiyle oy kullanın.

Tıkla, oy kullan!


     Ve özel olarak bir ricam var. Bütün blogger arkadaşlarımın bloglarında yazmalarını istiyorum. İki karalasanız, sadece link verseniz, hatta bu yazıyı kopyala yapıştır yapsanız dahi olur. Bloglarınızda yazın arkadaşlar, daha çok kişiye ulaştıralım ve bu anketin sonucunda Türkiye kendi bölümünde birinci olsun, Bigbang ülkemize gelsin. Lütfen, lütfen ve lütfen diyorum  

Sadece VIP’ler değil, diğer grupların hayranlarının da katılması önemli burada. Çünkü öncü olacaktır, dikkat çekecektir. Bu sayede diğer grupların da gelmesi için açık ve güvenilir bir kapımız olacaktır artık. Kısaca her şey daha kolay olmaya başlayacak. Yeter ki şu anketi önde götürüp bölümümüzü birinci sırada bitirelim.

Bu yazıyı Bigbang’in en sevdiğim şarkılarından biri ile kapatmak istiyorum. Siz Haru Haru’yu canlı olarak dinlemek istemez misiniz? Gözlerinizle bu üyeleri görmek istemez misiniz? Bunu başarmak sadece ve sadece bizim elimizde, parmaklarımızın ucunda.

 

7 Mayıs 2011 Cumartesi

En güzel Ft Island konseri: "2008 Thailand Concert"..

uzun zamandır Ft Island yazısı yazmamış olduğumu farkettim ve bu ihmalimi hemen kapatmak için bu güzel güneşli cumartesi gününde oturup yazı yazmaya karar verdim. bugün sizlere gelmiş geçmiş en güzel Ft Island konserinden bahsedeceğim: 2008 Tayland Konseri..



öncelikle kesinlikle bu kadar her yönden bu kadar özenle hazırlanmış bir konseriyle daha karşılaşmadım grubun. - ki DVDsi çıkmış olan tüm konserlerini, çıkmamış olanların da hayran çekimlerini izledim.- tabi benim böyle düşünmemde konserdeki bütün şarkıların "cheerful sensibility" ve "the refreshment" albümlerindeki şarkılardan oluşması ve elbette Won Bin'in de bu konserde olmasının etkisi büyüktür sanırım:) aah Won Bin sensiz konserlere de düşmanım bee..



konserin güzel olmasının birkaç sebebinden bahsedersek bir kere yukarıda bahsettiğim iki neden oldukça önemli. soonra.. çocukların hepsi çok ama çok özenle hazırlanmışlar bu konsere gerçekten.. ne konserler gördüm dandik bi kot tişörtle çıkmışlardı sahneye. ama burada.. saçlar harika yapılmış, konserin ilk yarısında beş hazine adasına giden denizci kıyafetleri giyilmiş, ikinci yarısında ise herkes kendi tarzına bürünmüş, Hong gi sempatik, romantik elemanımız, Won Bin ise yine grubun asi çocuğu..



vee elbette Hong ginin o büyüleyici sesi tam formundaydı bu konserde de. bunun söylememin sebebi şu ki bu narin çocuk bazı konserlerinde  hasta olabiliyor, sesi falan kısılabiliyor.. zaten Hong Gi'nin o rengi solmuş halini görünce dayanamayıp izlemiyor insan konseri sonra da.. ama burada öyle değil.. enn sevdiğim şarkıları en gür sesiyle söylüyor minik star :)



her neyse gelelim konsere, Ft Island'ın çıkışında tanıtım görevi üstlenmiş olan "Ft Island" şarkısı ile başlıyor konser. konserin ilk keşfettiğim videosu da buydu. günde 10 kez izliyordumo günlerde.. adımlarına kadar ezbere biliyorum o yüzden :)







isterdim ki burada söyledikleri bütün şarkılardan tek tek bahsedeyim ama bu yazı bitmez o zaman :) ama beni en çok etkileyenlerinden bahsedebilirim tabiki..  ilk olarak "person close to tears" şarkısı bu bahsettiğim etkileyici şarkıların başında geliyor benim için. belki de Ft Island'ın en duygusal, en romantik şarkısıdır kendisi.. hala her dinlememde yine yine tüylerim diken diken olur.. hele Won Bin'in rapi.. onun sesi olmadan şimdiki eksikliği bir kez daha fark ediyorum .. ama bir şeyi daha ifade etmek isterim ki bu güzel şarkı en yazık edilenlerden kesinlikle. "the refreshment" albümünün çıkış şarkısı "until you return" her yerde bangır bangır söylenmesine rağmen bu harika şarkı sadece Tokyo ve Tayland konserlerinde söylendi.. gerçekten çok yazık..







vee beşlinin her konserlerinde döner sandalyelerine oturarak söyledikleri bu tatlı şarkı.. "man's first love follows him to the grave". kendileri de öyle tatlı ki, şarkı söylerken her biri adeta kendi aleminde.. bir hayranlarına göz kırpıyor, biri diğer elemana sarılıyor.. bir de şarkının adına bakınca insan acaip dramatik bir şarkı dinleyeceğini umuyor ama alakası yok gerçekten :) (şarkının adı: bir erkeğin ilk aşkı mezara kadar gider. tam bir arabesk şarkı ismi ha, bu isimde Türkçe bir şarkı duysam hemen dalga geçerdim kesinlikle :))







bir de her konserimizin vazgeçilmezi "primadonna" var.. bu videoyu daha çok Won Bin için izliyorum çünkü bu şarkıyı her zaman çok severek, gülümseyerek söylüyor - ki kendisi her zaman gülen biri değildir.. bir yandan da insan Hong Gi'nin o sevimli pantolon zincirini, yeleğini, tuhaf kolyesini, Wonbin'in harika yırtık aletini görünce zaten doğal olarak videoyu izlemek zorunda kalıyor ehem ehem :) bu arada Ft Island hayranlarına da Primadonna deniyor.. ben alakayı çözemedim, primadonnalar kadın oldğu için mi acaba? yoksa bir anlamı yok mu? her neyse bilen varsa beni aydınlatır umarım :)







albüm şarkılarına ilaveten bir de "rock stage"imiz var konserde.. "hoobastank" grubunun "out of control" ve "crawling in the dark" şarkılarını söylüyor grubumuz bu performanslarında.. Hong Gi o acaip, dünyanın başka herhangi bir yerinde duyamayacağınız tuhaf İngilizcesiyle şarkının orijinalini falan bayağı değiştirse de o harika sesiyle dinletiyor yine şarkıyı.. ama Won Bin.. kendinden geçiyor şarkılarda adeta.. ben hep bu çocukta asi bir rockçı havasına sahip olduğunu hissetmiştim. ama son çıkardığı single (bkz: C'mon Girl) ile hayallerimi suya düşürdü.. olsun, diğer albümünde rock söyleyerek şaşırtır belki beni ha :)







veee.. bi tanecik şarkım "cling".. her yazımda onu ne kadar sevdiğimden bahsetmiş olsam da burada bir şey daha ekliyorum yorumlarıma: cling şarkısı en güzel bu konserde söylenmiştir.. zaten yine ihmal edilmiş şarkılardan olduğu için kendisi çok duyurulamamış olsa da, burada söylenilmiş olması bile yeter benim için.. buyrunuz:







diğer şarkıları da anlatırım ben ama neyse yeterli bunlar şimdilik.. geçen yıl bu zamanlar keşfetmiş olduğum bu konseri Ft Island geceleri yaparak düzenli bir biçimde izlemeye devam ediyorum. hepinize de tavsiye ederim..Hong Gi'yi dinleyin, çoğunlukla tuhaf şekillere, renklere soktuğu saçlarına, kıyafetlerine bakmayın, o sahnede bambaşka birine dönüşür, devleşir, tanıyamazsınız bile..

3 Mayıs 2011 Salı

"Antique Bakery" animesi de varmış^^



günlerdir yokum, aslında varım da buralara uğramıyorum.. öyle boş boş düşünüyorum, özellikle  dünyanın adaletsizliğini.. aynı süreç sonucunda doğan, aynı etten kemikten oluşan insanların yaşadıkları ayrı ayrı hayatlara bakıp isyan ediyorum.. isyanlarım çaresizliğe dönüşünce de bambaşka isyanlar doğuyor ve bu kısır döngü içerisinde dönüp duruyorum..

her neyse kaçıp buraya geldim ben de, dönüyorsam burada döneyim hiç değilse :) vee şimdi bana anime izletmeyi de başaran çook tatlı bir filmden bahsedeceğim: "Antique Bakery"



her şey bir gün aşağıda görmekte olduğunuz Ft Island videosunu izlememle başladı. neymiş bu film nasılmış diye bir araştırma yapayım derken kendimi ekran karşısında buldum :) gerçi çok değişik yorumlar dolaşıyordu nette: " çok acaip sahneler var, ama ha izlemeyin" falan yazıyordu çoğu forumda. ama insanoğlu işte, neyi izleme dersen ilk onu izler malesef :)







filmin konusundan bahsedersek, zengin ama sorunları olan Jin Hyuk -Joo Ji Hoon- pastane açmaya karar verir. ve pastacı olarak ilk işe müracaat eden kişi lisedeyken kendisine ilanı aşk eden ve kendisine çok kötü bir karşılık vermiş olduğu "şeytani cazibeli gay" Sun Woo'nun -Kim Jae Wook- ta kendisidir :) çocuk bu lakabının hakkını da vermektedir ama, onu gören kimse ne olursa olsun ona aşık olmaktan kaçamaz, tabi Jin Hyuk hariç :) bu arada Sun Woo'nun her hali ayrı güzeldi filmde,  mutfakta bambaşka gaybarda bambaşka bir insana dönüşüyordu adeta..

buyrunuz pastacı Sun Woo:



bu da nam-ı diğer  "şeytani cazibeli gay" :)


böyle bir dönüşüm içerisinde bu tatlı çocuk işte.. her neyse, bu Sun Woo'cuk Fransa'da pastacılık eğitimi almış, işinde uzman bir pastacıdır ama tek sorunu kadınlardan korkmasıdır malesef.. o yüzden pastaneye birbirinden güzel kadın garsonlar alma hayalindeki Jin Hyuk sap sap erkek çalışanlarıyla kalakalır :) sonra pastaneye eski bir boksör olan Ki Beom -Yoo Ah In- ve Jin Hyuk'un eski koruması Soo Yeong -Choi Ji Hoo- da girer ve ortaya mükemmel bir kadro çıkmış olur :)



filmin en ilginç kısmı ise küçükken kaçırıldığı adam tarafından her gün pasta ile beslenmiş olan Jin Hyuk'un tatlı hiç bir şey yiyememesi hatta yeyince kusmasıydı. bu pastanecilik işine de sırf o adamı bulmak için girmişti, çünkü kaçırıldığı günleri hatırlayamıyordu.. bu arada söylemeden geçmeyeyim bu filmde Joo Ji Hoon'a bayıldımm.. Goong'ta kendisini hiç sevmezdim, hem tipi hoş değildi hem de karşısında Kim Jeong Hoon gibi bir fıstık vardı, kısaca hiç şansı yoktu :) ama burada acayip karizmatik, çok tatlı bir şey olmuş kendisi.. kendisine her fırsatta asılmayı ihmal etmeyen Sun Woo'yu terslemeleri falan bir harikaydı :)



iki resim arasındaki 7 farkı bulunuz :)



daha sonra filmimize bir de Sun Woo'nun Fransa'da bırakmış olduğu dünyaca ünlü pastacı Jean-Baptise Evan -Andy Gillet- girer. ve onu Fransa'ya geri dönmek için ikna etmeye çalışır ama Sun Woo hem Jin Hyuk'u sevmektedir hem de çırağı Ki Beom'u bırakmak istememektedir ve sonuçta acayip şeyler olur..



itiraf ediyorum ilk izlememde iki erkeği (Sun Woo ve pastacı sevgilisi)yatakta görünce pek hoşlanmadım, ama Sun Woo öyle tatlı, çıtkırıldım, kız gibi bir şey ki insan pek de rahatsız olmuyor aslında.. Korelilerin çoğu böyle olsa da Kim Jae Wook burada gerçekten rolününün hakkını vermişti :)



sonra bir de öğrendim ki bu film bir anime uyarlamasıymış.. filmi çok sevdiğim için onu da izledim.. Şeker Kız Candy ve Kaptan Tsubasa (hastasıydım kendisinin :) ) dan sonra ilk animem oldu.. çok da sevdim. harika bir şey olmuş, olaylar iki saate sığrıdılmak zorunda kalınmaksızın detaylıca anlatılmış..  yalnız Sun Woocuğum filmde daha yakışıklıydı ve Kore versiyonundaki Ki Beom karakteri animede daha ön plandaydı, çok da tatlıydı kendisi ha :)



filme ve animeye dair yorumlarıma gelirsek, ben filmi çok beğendim. bunun sebebi de yönetmenin harika bir iş çıkarmış olması kesinlikle. filmde  geçmiş ve gelecek sürekli iç içe geçiyor, hingi olay geçmişe ait, hangi olay geleceğe anlayamıyor insan.. mesela hem geçmişte hem de gelecekte çocuk kaçıran biri var ve hangisi kim, kimi kaçırıyor çok karmaşık.. psikolojik unsurlar da harika işlenmiş.. Jin Hyuk'un kötü anılarını bir dolaba sakladığı sahne favorimdir mesela.. ayrıca bir insanın pasta gördüğünde midesinin bulanması insana değişik şeyler düşündürüyor.. bizler de böyle güzel şeyleri kötü anılarımızla kirletebiliyoruz, güzel bir şarkıya bile tahammül gösteremiyoruz bazen.. garip insanlarız kısaca..

animesinde ise olaylar daha düz gidiyor, geçmiş- gelecek geçişi fazla yok. ayrıca filmde Sun Woo Jin Hyuk'a bayağı aşıktı, animesindeki daha şıpsevdi çıktı, bizim bodyguard Soo Yeong'a bile yazdı bi ara :)



kısaca bu film izlenmeli.. kendisi bana Kim Jae Wook'u da, Joo Ji Hoon'u da, Yoo Ah In'i de  sevdirdi. öyle ki Kim Jae Wook'un "Marry Me Mary" dizisinde oynayacağını duyduğumda sevinçten zıp zıp zıplamıştım :) amaaaa.. hazır olun, ben filmi izler izlemez hasta halimle kocaman bir pasta yapmıştım, öyle acaip pastalar var ki filmde, film bitince pasta yemeden olmuyor, gece izlemek tehlikeli o yüzden :) pastanızı alıp oturun ekran başına, iyi seyirler^^