Sayfalar

29 Kasım 2011 Salı

Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi



Üst üste yaşadığım hayal kırıklıklarından sonra bir daha Türk filmi izlemek için sinemaya gitmem demiştim. İnsanların ayılıp bayıldığı, günlerce televizyonlarda reklamları dönen filmlerin ucuz melodramlardan ibaret olduğunu görünce bu işi üstatlarına bırakmanın en iyisi olduğunu düşünmeye başlamıştım. Ama insanın onu kolundan tutup sinema salonuna sokabilen bir arkadaşı olunca öyle sözler işe yaramıyor :) Yine kendimi Beyoğlu AFM'de buldum tabii ki, bu sefer gideceğimiz film "Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi" idi, filmin yönetmeni de Leyla ile Mecnun'un yönetmeni Onur Ünlü olduğundan çok da kötü değildir dedim içimden. Ve film bitip de salondan çıktığımda yüzümdeki o aptal sırıtma geçmek bilmedi bir türlü. Tramvayda, yatağımda vs. her yerde sırıtıp durdum. Uzun zamandır bu kadar gülmemiştim, bu film bana ilaç gibi geldi.

Filmin konusu şu şekilde; Celal Tan, bir taşra şehrinde ailesiyle birlikte yaşayan saygın bir anayasa profesörüdür. İlk eşinin ölümünden yıllar yıllar sonra, bir şekilde hayatını kurtardığı ve kendisinden çok genç olan bir üniversite öğrencisi kızla evlenir. Sonra kötü şeyler olmaya başlar..

Sevdiğim birkaç sahneden de bahsedeyim gitmeden;

- Ezgi Mola bu filmde gerçekten çok iyiydi, sanırım en çok onun olduğu sahnelerde eğlendim ben. Tam Türk işi hatun, klasik müzik eşliğinde göbek atabilecek kadar hem de :) O tuhaf sevgilisiyle ikisi güzel bir çift olmuşlar.

- Filmin başında ailenin hiçbir şey olmamış gibi eve girmesi de çok matraktı, daha ilk dakikadan ne kadar tuhaf olduklarını anlıyor insan onları görünce :)

- Celal Tan'ın kanser hastası arkadaşı da ayrı bir alemdi. "imamın şartları" esprisi aklıma geldikçe hala gülüyorum. Onur Ünlü bu kara mizah işini iyi biliyor, insanların sadece ölmeden önce bir şeylerin farkına vardıkları nasıl da doğru!

- Tenorun bıçaklandığı sahnede absürtlük tavan yapmıştı artık, bu kadarına da pes dedim:)

- Babaannenin balkondan atladığı sahnede de çok güldüm, kadın önce antene takıldı sonra da alt balkona düştü :D

- Filmde biraz fazla küfür vardı evet. Ben çok da rahatsız olmadım ama o küçük çocuk için üzüldüm sadece, sonunda o bile dayanamadı yani :) Kötü etkilenmemiştir umarım..

Ben de Türk filmlerini sevebilirmişim çok mutluyum :) Leyla ile Mecnun sevenler kaçırmasın diyorum, herkese iyi günler^^

20 Kasım 2011 Pazar

Ft Island'dan Japonca Single: Distance






Eveet, Ft Island'ın 30 Kasım'da çıkacak olan son single'ının çıkış parçası "Distance"dan bahsediyoruz efendim.. Albüm çıkmadan ilk kliplerini yayınladı grubumuz, iyi de yaptı.. Şarkı güzel, klip güzel, güzel de güzel işte :)



Bir kere klipteki görsel güzellik, kar manzaraları falan şahane.. Parçanın temasına da çok güzel gitmiş. Şarkıya gelirsek, "Distance" ismi bir kere şarkıya çok yakışmış, çünkü aralarında mesafe olan iki sevgiliyi anlatılıyor şarkıda. Soyut anlamda değil gerçek bir mesafe bu. Kız çocuğu terk ediyor ve arkasını dönüp gidiyor. Çocuk da onun peşinden gitmek istiyor, kalabalığı yarıp ona doğru koşuyor, ama koştukça ondan daha da uzaklaştığını hissediyor.. Çünkü gitmesine izin verdi bir kere..

Ve en sonunda kızı bir tren istasyonunda görüyor. Muhtemelen kız şarkının sonunda bahsedilen trenle uzaklara gidiyor..

İşte böyle acıklı bir şarkı Distance. İnsan sözlerini okuyunca daha da bağlanıyor şarkıya. Zaten Ft Island'ın "ballad" türündeki Japonca şarkıları (So Today, Raining gibi..) ayrı bir güzel, ayrı bir duygusal oluyor. Otur ağla Hong Gi'yi dinledikçe.. Bir de şarkının sonundaki o kısacık enstrümansız kısım var ya of amann.. Neyse, ben hikayemin son bölümüne koyarak açılışı yaptım; dinlemek, dinlemekten bi hal olmak, şarkıyı tüketmek falan bizlere kalmış :)

Son olarak şarkıyı da çevirmeden gitmeyeyim, buyrunuz deyip kaçıyorum ben :)

MESAFE

Her zaman yanımdaydı O,

Şimdiye kadar..

Oysa şimdi, orada,

Demir yolu geçidinde bekliyor..

O her şeyden habersiz yürürken,

Yılın son karı üzerine yağıyor..

 

Koştukça kalbim acıyor..

Çünkü ben koştukça sen arkamda kalıyorsun..

Söylesene hala bencil biri miyim, 

Senin için?

 

Çünkü seni görmek istiyorum..

Sadece seni görmek istiyorum..

Yüzün hep aklımda,

Anılara dönüşse de yavaşça,

Silinmiyor asla..

 

"Benim de hüzünlü şarkılarım var" diyorsun.

Ben neden hissedemedim peki?

Kalabalığın ortasında,

Sırtını görebiliyorum..

Ellerimi uzatıyorum sana fark etmeden..

Çok geç olsa da,

"Üzgünüm" diyebilmek için..

Yoksa bir adım bile atamam bundan sonra..

 

Bu yüzden koştum peşinden..

Sadece koştum,

Kalabalığı yararcasına..

Adını sayıkladım,

Defalarca..

Duyabildin mi?

 

Ama öylece,

Beni hiç duymadan,

Devam ettin yürümeye..

Ardına bakmadan..

Her şeyi geride bırakırcasına..

Beni geride bırakırcasına..

 

Hala bulamıyorum cevabı,

Doğru olan neydi, yanlış olan ne?

 

Lütfen bir kez daha gözlerimin içine bak,

Ve bunu sana sormama izin ver..

 

Seni görmek istiyorum..

Sadece seni görmek istiyorum..

Yüzün hep aklımda..

Yaşadıklarımız rüya değildi..

Hepsi gerçekti..

Ama ben gitmene izin verdim..

 

Karlar düşüyor durmaksızın..

Bitmeyen acım gibi..

Bir tren geçiyor..

Ve bu tren geçtikten sonra,

Orada olmayacaksın belki de..

Orada olmayacaksın belki de... Ama..

18 Kasım 2011 Cuma

Maundy Thursday: Keşke her gün perşembe olsa..

Bu benim yaşadığım ilk kış mevsimiymiş gibi hissediyorum, 


belki de son kış olabilir...



Yazıma başlamadan önce ufak bir uyarı yapayım da aklımda kalmasın. Eğer psikolojik açıdan zor bir dönemden geçiyorsanız, sevgilinizden falan ayrıldıysanız, mutsuzsanız bence bu filmi izlemeyi biraz erteleyebilirsiniz. (Tabi benim gibi mazoşist değilseniz :) ) Çünkü Maundy Thursday gerçek bir trajediyi anlatıyor, hatta bir değil üç trajedi birden mevcut filmde. Neyse önce konusundan bahsedelim sonra yorumlarıma geçeyim ben..

Jung Yoon Soo tecavüz ve cinayet suçlarından mahkum olmuş, idamını beklemektedir. Moon Yu Jeong ise defalarca intihara kalkışmış, yaşamak istemeyen, annesinden nefret eden bir kızcağızdır. Bu kızın hapishane rahibesi olan teyzesi bir gün onu hapishaneye götürmek ister. Çünkü idam mahkumlarından biri onu görmek istemektedir.. Böylece bu ikili birbirlerinin hayatlarına girmiş olur. Devamını hiç anlatmıyorum, dediğim gibi yukarıdaki kategori dışındaki herkes ve hele hele kar sevenler hemen bi koşu gidip izlesin Maundy Thursday'i.. Özellikle Kang Dong Won için..

Evet kendimi daha fazla tutmuyorum ve bolca SPOILER vermeye başlıyorum efendim :)

Öncelikle bu film benim izlediğim ilk Kang Dong Won filmi. Ve ona hayran olmama yetti de arttı bile. Adam gerçekten oyunculuğunu konuşturmuş. Ses tonu, cümleleri kesik kesik telaffuz edişi ve ve göz yaşları.. Of of ya insanı harap ediyor gerçekten.. Filmlerini takip edeceğim oyuncular listesine girdi bu nadide insan da.. Çok iyiydi ya..

Esas kızımız da klasik sorunlu kız rolüyle karşımızdaydı. Onu ilk gördüğümde Im Soo Jung sandım ama değilmiş, saçları falan benziyordu ama.. Filmin başlarında soğuk ve donuk gibi görünse de filmin sonunda kız oyunculuğunu konuşturdu gerçekten.. Ki canlandırdığı karakterin yaşadığı şeyler düşünülünce iyi bile dayanmış Yu Jeong.. Düşünmesi bile çok kötü.. En sonunda da bir idam mahkumuna aşık oldu kız.. Bu da hiç kolay değil..

Yoon Soo'nun çocukluk sahnelerinden bahsedeyim biraz. Şu hayatta dayanamadığım şeylerden biridir kimsesiz sokak çocukları. Hassas noktalarımdan biri yani. Ve burada Yoon Soo ve kardeşinin dramını izlerken filmi kapatma noktasına geliyordum az daha.. Hele hele kardeşinin öldüğü sahne.. Of ya bu kadar olmaz.. Artık ne zaman Nike ayakkabı görsem aklıma bu kardeşler gelecek. Hayatlarında hiç iyi bir şey olmayan bu zavallılar.. Bu arada Yoon Soo'nun küçüklüğünü Hansel ve Gretel'deki Man Bok karakterini oynayan çocuk canlandırmış. Onu görünce hepten kötü oldum ya, bu çocuğa hep böyle roller mi veriyorlar acaba, bir kere de zengin şımarık çocuğu oynasa şaşıracağım :(

Aklıma takılan şeyler de oldu filmde. Mesela Yoon Soo'nun öldürdüğü kızın annesinin gelip Yoon Soo'yu görmesi, başını okşaması, "seni görmeye geleceğim" demesi:/ Yani kendimi o kadının yerine koyuyorum da idam edilmesi falan hiç önemli değil, insan kendisi linç etmek ister katili ya, hiç sanıkla makdülün ailesi bir araya getirilebilir mi? Bu kısmı belki de ben yanlış anlamışımdır, filmi izleyip de farklı düşünenler varsa yorumlarını okumak isterim..

Bir de bu idam mahkumunu ziyaret meselesi yaygın bir şey galiba Kore'de. Nefes filminde de kadının teki bir idam mahkumunu ziyaret ediyordu. Böylece ölmeden önce adamlara terapi gibi bir şey mi yapmaya çalışıyorlar, öteki tarafa pişman olup iyi bir insan olarak mı gitmelerini istiyorlar ben anlamadım. Gerçi bu filmde Yoon Soo bu kızı kardeşi seviyor diye görmek istemişti ama başka filmlerde de görünce ben de merak ettim. Acaba ülkemizde de var mı böyle bir şey?

Neyse filmin sevdiğim sahnelerinden bahsedebilirim artık. Kar topu savaşı yaptıkları yer nasıl güzeldi ya.. Hele çocuğun sözleri..

"O gün kar savaşı yaptık. Hayatımda bir ilkti. Niçin bu kadar hayata küsmüş olduğumu düşündüm... ve neden hayatımda daha denemediğim birçok şeyin olduğunu... Bunun yüzünden mi? Bu benim yaşadığım ilk kış mevsimiymiş gibi hissediyorum, belki de son kış olabilir. Birçok şeyi yapmadım ya da birçok yere gitmedim. 2 gün sonra perşembe. Perşembeyi nasıl iple çektiğimi bilemezsiniz. Keşke her gün perşembe olsa. Bu tek isteğim.."

Çocuğun hayatı o kadar boktan gitmiş ki kar topu savaşı yapmak bile ona hayatın aslında ne kadar güzel olduğunu hatırlatıyor. Kışın, karın.. Yaşamak istediğini anlıyor o anda, bir de aşık oldu tabi.. Ah ulan hep mi yanlış zamanda gelir böyle güzel şeyler :( Hele de hayatı boyunca sevilmemiş biri olan Yoon Soo için..

Bir de deve dikeni var tabi ona yaşamak gerektiğini hatırlatan..

"Deve dikeni gerçekten inatçıdır. Temizlikçiler söküp atıyorlar ama o inatla yeşermeye devam ediyor. Onlara karşı attığın her adım, onları daha da güçlendirir. Şu yeşillik bile yaşamak için savaş veriyorsa..."

Bir de çocuk kızın çektiği resimleri yatağının kenarına asmış ya.. Oraları görmek istiyor falan.. Of of diyorum yine..

Ziyaretlerin birinde kızın boynuna kendi yaptığı kolyeyi takabilmesi için gardiyanın Yoon Soo'nun kelepçesini çıkarması çok hoştu. Ben orada gardiyan kolyeyi alacak çocuğun elinden falan dedim, yasaktır belki hediye vermek diye.. Ama öyle olmadı, gardiyan kafa adamsı ya :) Bir de tuzlu pirinç topları var tabi.. Hepsini de yedi bizim fıstık :)



Yoon Soo'nun suç işlediği günden bahsetmek bile istemiyorum, hatırladıkça sinirlerim tepeme çıkıyor, bu kadar olmaz ya..

Filmin sonundan da bahsetmesem olmaz, çocuğun idama götürüldüğü sahne çok iyiydi.. Orada bende film koptu zaten, sonrasını hayal meyal hatırlıyorum. Ama bu sahneden sonrası biraz fazla geldi bana.. Yani gerek yoktu, o ipin gösterilmesi, çocuğun vedası, kızın onu o anda görmesi, sandalyeden düştüğünde çıkan ses.. Hala tüylerim ürperiyor bahsederken, bana gerçekten ağır geldi bunlar.. Keşke ipe götürüldüğü sahnede bitseydi film, kız da elinde ayakkabılar, hediye resim ve pastayla ziyaretçi odasında kalsaydı her şeyden habersiz.. Yani ben öyle olmasını tercih ederdim. Gerçi diğer türlü kıza "Seni seviyorum.." diyebildi ama bunu söylemesine bile gerek yoktu zaten..

Film güzel, kaliteli, Kang Dong Won çok çok başarılı.. E filmi izlememek için hiçbir sebep yok ortada.. Ama birkaç kutu peçeteyi de yanınızdan eksik etmeyin, benden söylemesi.. Herkese iyi seyirler..

14 Kasım 2011 Pazartesi

Playful Kiss Youtube Bölümleri..



Geçen yazımda Boys Over Flowers'ı tekrar izlediğimi yazmıştım. Bu süreç sonrasında fark ettiğim şeylerden bir diğeri de Kim Hyun Joong'u özlemiş olduğumdu. Evet son dizisi çok kötüydü, evet henüz bir oyunculuğunu göremedim ama seviyorum bu çocuğu. (Gerçi ben hala oyunculuğunu gösterebileceği bir dizide oynamadığını düşünüyorum. Normal bir insan rolüyle karşımıza çıkarsa belki de harikalar yaratabilir :) )

Neyse işte bu çocuğu özlediğimi fark ettim ve birkaç klibini falan izledim ama kesmedi. Sonra Playful Kiss'in youtube bölümlerini izlememiş olduğum aklıma geldi. Şu yazımda da belirttiğim gibi dizi beni öyle büyük bir hayal kırıklığına uğratmıştı ki tek bir bölümünü daha izlemeye gerek duymamıştım. Geçen gün oturdum izledim hepsini ve inanılmaz çok çok sevdim. 10'ar dakikadan oluşan bu 7 bölüm gerçekten dizisinden çok çok daha güzel. Bazı yerlerinde kahkahalarla güldüm diyebilirim. İzlediğime pişman etmedi beni.. Hem şu oğlanı izleyip de pişman olmak zor yav :)



Ehem ehem, bölümlerden bahsedeyim biraz. Yalnızz.. Bol Spoiler vereceğim, izlemeyenler bi koşu izlesin, toplamda 70 dakikacık bir şey zaten hemen bitiveriyor :)



İlk bölümde yeni evli çiftimizin sabahlarından biri anlatılıyor. Onlar evleneli bir sene olmuş. Oh Ha Ni erkenden kalkıp Seung Jo'ya "English Breakfast" hazırlamaya çalışıyor :) Tabi yine eline yüzüne bulaştırıyor. Seung Jo'nun kahvaltıya tepkisi çok komikti: "Her şeyi yakmışsın ama fasülyeler hiç pişmemiş!" Hani'den de bu beklenirdi zaten :)



İkinci bölümde ise şapşal Hani bir türlü iğne vurmayı beceremiyor, pratik yapmak için herkesten kolunu vermesini istiyor falan. Ama o nasıl bir iğne tutuştur ya, bir de çat diye batırıyor iğneyi insanların koluna! Böyle bir beceriksizlik az görülür. Tabi kimse vermiyor kolunu. Ama Seung Jo kuzum iki kolunu da feda ediyor, kolları morluk çürük içinde kalıyor ama Hani iğne vurmayı öğreniyor sonunda. Ay çocuğun kolları aklıma geldikçe kötü oluyorum yazık yav :)



Üçüncü bölümde bizim şapşal kız hamile olduğunu sanıyor, tabi fazla heyecanlı kaynanasının da bu yanlış anlamada katkısı büyük :) Bu bölümün bomba esprisi de Hani'nin şişman arkadaşından geldi. Çocuk kime benzeyecek muhabbeti yaparlarken Hani'nin sıska arkadaşı: "Zekası Seung Jo'ya yüzü sana benzer umarım.." deyince şişman kız "Hayır!" diye atladı. "Yüzünü de zekasını da babasından alsın, %100 Seung Jo'ya benzesin :) " Dost acı söyler sözü ne de doğru. Sonuçta Seung Jo A sınıfında Hani F sınıfındaydı, aralarında bir alfabe zeka farkı var :) Bölümün sonunda Hani hamile olmadığını öğrenince çok üzülüyor ve Seung Jo gayet insani bir biçimde kızı teselli ediyor. Ah bu çocuk dizide neden öyle odundu amaa!



Dördüncü bölüm gerçekten çok güzeldi. Eskiden Seung Jo'larda kalmış olan Jin Soo Amerika'dan onları ziyarete gelir. Bu kız zamanında da Seung Jo'dan çok hoşlanmış olsa da Amerika'ya giderek onu başka bir kıza kaptırmıştır ve buna içten içe üzülmektedir.

Hani'nin kıza bakışına bir bakın ya, bir yandan "Amaan çocuğun tapusu bende nasılsa!" dese de onun fazlasıyla samimi hareketlerine sinir olmaktan kendini alamıyor. Kız da çok sinir bozucuydu ama "Onunla ilk ben öpüştüm" diyerek Hani'yi çıldırttı. Hani "Cheot kiss" dediğinde Seung Jo'nun bunu "Chuky" anlaması da çok komikti :) Bölüm oldukça eğlenceli olsa da sonu çok romantik bitti. Kızın aşağılamaları üzerine Hani sinirle Seung Jo'ya ne kadar bağlı olduğunu kıza haykırıyor ve Seung Jo da "İşte bu yüzden onu seviyorum" diyor o şımarığa. Bu çocuk bu bölümlerde çok tatlıydı amaa, oyş oyş diyorum :)



Beşinci bölümde Seung Jo'nun çok çalışmasından, eve bile gelememesinden yakınıyor Hani, ona yemek yapıp götürüyor hatta. Burada da hemşirelerin dedikoduları çok komikti, karısının yanında asılıyorlar çocuğa: "Gözündeki mor halkalara rağmen ne kadar muhteşem görünüyor" :) İşte bu bölümde de Hani yapacağını yapıp Seung Jo'nun üzerine düşüyor ve çocuğun bacağı çatlıyor. Kızın "Ölmee ne olur ölmee!" diye sedyenin yanında koşturuşu çok komikti. "Ayağı çatladığı için kimse ölmez" diye azarlandı sonra doktor tarafından :) İşte şanslı bacımız bir de kocasının özel hemşiresi oluyor ama fırsat bu fırsat diye onun odasından çıkmıyor, çocuk bile bayıyor artık :) Neyse bu bölüm de güzel bitti, burada iyice anladım Seung Jo adam olmuş :)



Hep gülsün ki O :)



Altıncı bölüm de favorilerimden. Korkun yayalar Hani ehliyet aldı diyorum sadece, hem de 8. denemesinde :) Ve ilk ehliyetli gününde Seung Jo'yu hastaneye bırakmak istiyor. Ama yukarıdaki resimdeki yüz ifadelerinden de belli olduğu gibi panik ve korku dolu bir yolculuk oluyor bu :) Çünkü Hani şeritten çıkıyor, direksiyonu hızlı kırıyor ve frene "çatt" diye basıyor. Üstüne üstük yolda eşarbı uçuyor ve bir ağaca takılıyor ve onu almaya çalışıyorlar :)



"Ya kemiklerim kırılırsa!" Komik kız :)

Bu bölümün de bitiş sahnesine bayıldım. Seung Jo: "Emniyet kemerini tak, anahtarı çevir" gibi direktifler veriyor Hani'ye ve araba birden geri geri gitmeye başlıyor, meğerse çekici gelmiş götürüyor bizimkileri :)



Son bölüm herhalde en güzel bölümdü. Bu bölümde Hani'nin doğumgünü yaklaşıyor ve Seung Jo'nun o gün nöbeti var. Tesadüfen doğum günü olayını duyan Seung Jo: "Doğum günün mü?" deyince annesi espriyi patlatıyor: "200 küsür IQ'n var hala karının en önemli gününü bile hatırlayamıyorsun!" :) Fakat bunun üstüne bizim oduncuk diyor ki: "Doğum gününün ne önemi var, her sene kutluyoruz zaten!" Kocanızın size böyle bir şey söylediğini düşünün, Hani de sabırlı kız ya :) Ama çocuk gerçekten kadın ruhundan anlamıyor, ona göre fazla çocukça tüm bu sürprizler, balonlar falan.. Fakat sonra Hani'nin boynu bükük küçük Emrah hallerine üzülüyor ve ona doğumgünü sürprizi hazırlamaya karar veriyor. Tabi önce O günkü nöbetini birine devretmesi lazım. Bunun için de bir çocuğun tüm ödevlerini bir gecede sabahlayıp bitiriyor kuzucuk. Oyyşş!!!



Ve kalpli balonlarla süslü arabasını gören Seung Jo'nun yüzündeki ifade çok komikti: "Resmen tüylerim ürperdi! Ah bu kızlar!" Her ne kadar hamile teyzemiz sürprizi bozsa da o ezilmiş pasta ve sağlam kalan tek gülle Hani en romantik doğum gününü yaşadı bence. Ama ona yetmez, kız sevgiye aç kardeşim. Seung Jo'nun söylediği doğum günü şarkısında "Saranghanın  Oh Hanii!" kısmını 5 kez tekrarlatmasından belli :)

Gördüğünüz gibi dizisini ne kadar beğenmediysem youtube bölümlerini o kadar çok sevdim bu dizinin. Çünkü başroldeki çocuğu ne kadar soğuk olsa da biraz olsun düşünceli, sevgi dolu biri yapmayı akıl etmişler sonunda. Ayrıca her bölümde farklı bir temanın olması da durağan olmasını önlemiş, ki dizisinde her bölüm aynı şeyler oluyordu. Her neyse ben bölümleri indirdim, dönüp dönüp izlerim bundan sonra. İzlemek isteyenler bölümleri şu linkten indirebilirler. Hepinize Kim Hyun Joong dolu günler diliyorum.. (Lucky Guy klibindeki gibi değil ama korkmayın^^)

***


Not: Resimler http://donnapie.wordpress.com bloğundan alınmıştır. 

11 Kasım 2011 Cuma

Misafir blogcu geldi haanım!

Hikaruivy yazısıyla bizlerle^^


Merhabalar. Ben hikaruivy. Masalevi'nin bloguna bugünlük misafir oluyorum. Öncelikle şu yazıda bu mim'i bana paslayarak blogundaki kalbi kadar temiz bu sayfayı (ahahah :D ) bana ayırdığı için Masalcığıma teşekkürlerimi ileteyim. Sonra da Lee'ye çemkireyim: Nerden sardın başıma bu işi o'lum?? İnanın ki şu ana dek yaptığım mim'lerden beni en çok zorlayanı bu oldu. Ne yazsam ne yazsam diye düşünmekten bir hal oldum! Öyle ya, benden masal'a bir hatıra kalacak bu satırlar; öyle sıradan bir şeyle geçiştiremem. Hem benim tarzıma, hem de onun bloguna uygun bir yazı olmalı. Ne yazmalı ki şimdi?? Aklıma gelen hiçbir şeyi beğenemedim; hatta kuralların aksine "bana bir konu ver masal!" diye kızcağızın başının etini yedim! (Lisede de kompozisyon yazarken en nefret ettiğim şey "hadi herkes istediği konuda bir şeyler yazsın" denmesiydi: Konuyu bulmak için harcadığım zamanda iki tane yazı yazardım ben yav... :P) En sonunda Lafea sağolsun, onun da yardımıyla, bana özgü bir konudan bahsetmeye kadar verdim: İkisi bir arada, yani Amerika+Kore!

New York'un ne kadar kozmopolit bir şehir olduğunu bilirsiniz ("herıld yani hikaru, bu da laf mı şimdi" dediğinizi duyar gibiyim. Tamam yav vurmayın :P) Her milletten insanın yaşadığı, her birinin kendi ghetto’larını oluşturduğu bu şehirde, her ülkeyi hiç gitmeden gezmiş kadar olmak mümkündür: Yunanistan’ı mı merak ediyorsunuz? Astoria Avenue’ya bir uğrayın derim. Çin ve İtalya’nın komşu olduğu bir dünya mı hayal ediyorsunuz? Birbirini çevreleyen sokaklarıyla Chinatown ve Little Italy’deki İtalyan restoranları, Çin marketleri, yan yana dükkanları işleten çekik gözlü ve İtalyan aksanlı insanlar size bu keyfi büyük bir mutlulukla yaşatırlar! Böyle bir şehirde Koreli’lerin de kendilerine yer edinmemesi mümkün değildir elbet: Üstelik Kore mahallesi tam da Manhattan’ın göbeğinde, 32. Caddededir. Caddenin 5. Ve 6. Avenue’lar arasında kalan bölümü “Korea way” (Kore yolu) olarak anılır. New York'a yolu düşen ünlü Koreliler'in bile sıklıkla ziyaret ettiği (Song Joong Ki yakın zamanda burada görülmüştü mesela... böhüü...) bu mahalle, benim de sık sık uğradığım ve çok sevdiğim yerlerin başında geliyor.



Korea Way’de hem Koreli göçmenlere, hem de New York’lulara yönelik pek çok dükkan bulmak mümkün: Birçok Kore  (ya da Japon) restoranı, kitapçılar, hediyelik eşya dükkanları, hatta Citibank’ın dışı Korece yazılarla dolu bir şubesi bile var burada. Ve elbette Koreliler'in olmazsa olmazı Karaoke barlar, Spa’lar, hatta bir de Kore müzesi bulunuyor. Ayrıca New York'ta pek bulamayacağınız türden Avrupai tarzda, muhteşem pastalar, tuzlu çörekler yapan "Paris Baguette Café" diye bir cafe de var. Sokaklardaki insanların çoğunluğu çekik gözlü. Yollarda İngilizce’den çok Korece işitiyorsunuz. Yine de şehrin ortası olması yönüyle çok da kendi içine kapalı bir bölge sayılmaz. Yani New Jersey - Paterson’daki Türk mahallesi için anlatılan, Amerikalı biri gelince “Abi turist geldi!” lafının duyulması hikâyesi burada mümkün değil :D Böyle bir şey için sanırım Queens’teki Kore mahallelerine gitmek gerekir -ki bu mahallelerde yaşayan toplam Koreli nüfusunun 230,000 civarı olduğu tahmin ediliyor... Yine de, Batı yakasındaki şehirlerin, örneğin Los Angeles ve San Francisco’nun sayıları milyonlarla ifade edilen Koreli göçmenlerine göre New York'taki bu sayı devede kulak kalıyor...

İşte size birkaç fotoğraf. Önce, birkaç genel görünüm:



Aşağıda ise birkaç sokak enstantanesi görüyorsunuz. (İnsanların dikkatini çekmeden bu fotoğrafları çekmek benim için oldukça zordu! Iphone'u kendilerine doğrulttuğum zaman "noluyoruz?" bakışı atan insanları görünce utanıp telefonda bir şeyler arıyormuş gibi yaptığım çok oldu... :P )


Bu kısacık sokakta bile yemek yenecek çok yer var: Pek çoğu da Zagat adı verilen ölçüm standardına göre yüksek puan almış, gerçek Kore yemekleri yiyebileceğiniz yerler:

Korea way'de fast food Kore yemekleri satan bir kompleks de var ki, girip bir tabak yemek yemeden edemedim :P Yediğim yemeğin ismi "Teppanyaki chicken" (artı yanında lapa pirinç ve soğan çorbası...); aslında Japon yemeği ama bakmayın, Japonların kimchi'yi sahiplenip "kimuchi" ismiyle dünyaya tanıtması gibi Koreliler de Japon yemeklerini benimseyip Kore restoranlarında satmaktan imtina etmiyorlar!



Bir kitapçıya girmeden gezimiz hiç biter mi? Harika Korece kitaplar satan, gıcır gıcır bir dükkandı burası. İngilizce yazılı manhwa'lar bulma umuduyla girdim; ama maalesef satmıyorlarmış :P Ben de Yoo Ah In'in yakın zamanda sinemalara gelmiş olan Wandeugi isimli filminin uyarlanmış olduğu kitap, sonracıma Jang Geun Suk'un posteri gibi tanıdık motiflerle eğlenip birkaç çıkartma ve kitap ayracı alarak bu güzel kitapçıdan ayrılmak zorunda kaldım.

İşte New York'taki Kore mahallesinden izlenimlerim böyle. Şimdi sıra geldi bu mim'i paslamaya: Sevgili kaktüsçiçeği makinosev'im, bu defa da ben seni bloguma davet ediyorum. -Aynı gıcıklığı sana da yapma pahasına belirteyim ki- istediğin her konuda yazı yazabilirsin (Artık kendisi hakkında anlatmadığın bir şey kaldı mı bilmiyorum ama So Ji Sub'lı bir yazı bile olur; eniştemizin başımızın üzerinde yeri var :P). Merakla bekliyorum çingu ;)

4 Kasım 2011 Cuma

Gu Jun Pyo'nun Balık Kekinden Yemek İsteyenler^^



En sevilen aktörler listesinde Gu Jun Pyo eminim ki herkesin en az ilk üçündedir. O öyle tatlı, öyle şapşal, öyle romantik bir karakterdir ki insana kendisini daha ilk bölümden sevdirir.. İşte ben de geçen günler dahilinde Boys Over Flowers'ı bilmem kaçıncı defa izlediğimde bu kuzunun yediği şu tuhaf şeyi merak ettiğimi fark ettim. Ufak bir araştırmanın ardından bu çubuklu şeyin genellikle sokak satıcıları tarafından satılan ve soju ile tüketilen "Eomuk" isimli bir yiyecek olduğunu öğrendim.. İngilizce ismi "Fish Cake", yani ana maddesi balık..



Kore'de eomuk malzemesi olarak beyaz etli balıkları tercih ediyorlar. Çoğunlukla mürekkep balığı kullanıyorlarmış. Diğer malzemeleri de genel olarak un, çeşitli yeşillikler ve baharatlar imiş. Bu yiyeceğin bir de sulu versiyonu var, baharatlı bir suyun içerisinde servis ediliyor eomuk, yemeği yeyip suyunu içiyor insanlar.

Neyse gelelim esas konumuzaa.. Ben de eomuk yapmayı denedim! Hem de çok güzel oldu, tarifini de sizlerle paylaşmasam olmaz şimdi :)



Tabi bizim balık kekimiz birazcık Türk usulü oldu, o kadarını da kabul edin artık :) Neyse gelelim malzemelerimize..

Malzemeler

-İki adet palamut (Ben sevdiğim için palamut kullandım. Siz başka beyaz etli bir balık kullanabilirsiniz.)

-Yeşil soğan

-Üç adet yumurta

-Maydanoz

-Un

-Tuz, karabiber, toz kırmızı biber,kuru  nane

-Galete unu

Yapılışı

-Önce kılçıkları ayıklanan balıkları suda haşlıyoruz. Yalnızz!!! Palamutta inanılmaz çok kılçık vardı, ben epey vakit harcadım temizlemek için, siz de çok dikkat edin, kılçık kalmasın balıkta.

-Yeşil soğanı ve maydanozu ince ince doğruyoruz. Sonra haşlanan balıkları sudan çıkarıp soğutuyoruz, ki balık hemen haşlanıyor, 10 dakika falan yeterli. Balıkları ince ince doğrayıp derince bir kabın içine alıyoruz. Kaba yeşil soğan, maydanoz, bir yumurta, tuz, karabiber, toz biber, kuru nane ve un ekliyoruz. Ve tüm malzemeleri yoğurmaya başlıyoruz.

-Sonra elde ettiğimiz hamurdan parçalar koparıp parmak şeklini veriyoruz. Parmak şeklindeki hamurları önce kırdığımız yumurtaya sonra da galete ununa buluyoruz ve ısıttığımız yağda kızartıyoruz. (Koreliler kızartırken susam yağı kullanıyor ama ben bulamadığım için ayçiçek yağı kullandım.) 

-Vee Türk usulü eomuk servise hazır! Ben "Gu Jun Pyo gibi çubukla yemek istiyorum" diyeniniz varsa o hali de mevcut efendim buyrunuz :)



Ben çubuk olarak bildiğimiz chopsticklerden kullandım, bence orijinalinde de bunlar kullanılıyor :) Eomuklarımız piştikten sonra onları çubuğa taktım, çubukla pişirmesi zor olurdu çünkü.

Her ne kadar Türk usülü pişirmiş olsam da eomuk denen şeyin gerçekten lezzetli bir yiyecek olduğuna karar verdim. Yazımı bitirirken son olarak buradan güzel insan Lee Min Ho'ya sesleniyorum: Kuzucum, stalkerların olarak yediğini, içtiğini her bir şeyini takip ediyoruz, ama korkma sasaeng* değiliz, sadece seni seviyoruz.. Değil mi gençler :)

Hepimize afiyet olsun^^

***


*Sasaeng: Hayranı oldukları idolün her hareketini 7/24 takip eden takıntılı hayranlar.