Sayfalar

28 Aralık 2011 Çarşamba

Güney Kore'ye "Uçuyorum" :)

Heyecanlanmayın sayın okurlar Kore'ye falan uçtuğum yok :) Sadece geçen hafta izlediğim bir programdan bahsedeceğim size. Trt Haber'de izlediğim "Uçuyorum" programından. Geçen hafta cumartesi günü Güney Kore'deydi program ekibi. Öyle bir ilgiyle izlemişim ki bir baktım hemen bitivermiş, ben de şaşırdım :) Neyse size programa dair aklımda kalan, hoşuma giden, eleştirdiğim birkaç şeyden bahsetmek istiyorum, buyrun başlayalım o zaman :)

Programın tamamını net olarak hatırlamıyorum ama ilk gittikleri yer Changdeokgung Sarayı'ydı.

Tarihi diziler sayesinde ötesini berisini bir güzel ezberlediğimiz Kore saraylarından biri bu da.. Kızımız içerisini gezdi, bahçede de etkinlikler vardı onları izledi falan.. Yalnız kıyafetlerini bile ezberlemişim adamların, bizim yeniçerilerin kıyafetlerini sorsanız 10 dakika düşünürüm ya neyse :)



Daha sonra Seoul Kulesi'ne çıkıp gökdelenler şehri Seul'u izlediler.. Savaş nedeniyle tüm tarihi yapıları yok edilmiş olan Seoul gerçek anlamda bir metropolitan şehri oluvermiş.. Ablam "Hiç güzel değil burası ya neden gitmek istiyorsun sen?" deyince benim savunmamı görmeniz lazımdı: "Onların tüm tarihi dokuları yok edildi tamam mı, böyle değildi baa!!" :) Bu arada kuledeki insanları gördüğümde bir kez daha şöyle bir sonuca vardım: Koreli insanlar gerçekten de pek güzel değiller yau :) Bizim bayıldığımız aktör, şarkıcı vb. ünlü tayfasından insanlar haricinde eline yüzüne bakılır pek insan yok maalesef sanırım :( Tabii estetik mucizelerini de söylemiyorum bile, neyse neyse estetiğe devam ey Kore milleti diyorum, gerekliyse yapacaksın kardeşim :)

Yine geyiğe sardım ben, neyse daha sonra Kore Savaş Müzesi'ne geçti ekip. Burada Kore Savaşı'na dair tüm detaylar vardı. Özellikle savaş alanını gösteren o temsili insanlar, çadırlar falan çok güzeldi, çok canlıydı.. Çadırın içinden bir bebeğin ağlama sesi bile geliyordu.. Bir de merkezin içine dijital ekranlar yerleştirmişler, girip Kore Savaşı'nda Güney Kore'ye yardım eden tüm ülkelerin savaşta yaptıkları hakkında bilgi alabiliyorsunuz, hem de Türkçe de dahil savaşa katılan tüm ülkelerin dillerinde! Adamlar tarihlerine önem veriyor işte, işin özü bu aslında..

Daha sonra hiç beklemediğim bir yere gittiler. İstanbul Kültür Merkezi! Evet böyle bir yer varmış Kore'de :)



Bir oda var içinde, Türklerin yaşam alanını temsil eden şeylerle döşenmiş. Türk halıları, minderler, bakır güğümler, divanlar falan.. Güzel olmuş.. Başka bir odada bir grup insan Türkçe öğreniyordu. Nasıl tatlılar ya, çat pat konuşmaya çalışıyorlardı muhabir kızla :) Dil olsun da Korece-Türkçe olsun dedim içimden ben de, bir Koreli için öğrenmesi en basit dil kesinlikle Türkçe, tabii bizim için de aynı şey geçerli..

Ve hatırladığım kadarıyla son durak Namdemon Pazarı'ydı. Burası bizim pazarlarımıza benziyor. Dizilerde filmlerde gördüğümüz şeyler de var tabi içinde: sokak satıcıları, yemek çadırları vs. vs. Yalnız bu noktada beni çok şaşırtan şeyler oldu. Trt gibi kaliteli bir kanal, bir devlet kanalı en azından bir tercümanla, rehberle gitmez mi tanıtmaya çalıştığı ülkeye? Muhabir kızımız tek kelime Korece bilmiyordu, e satıcı kadınlar da İngilizce bilmiyorlar, öylece bakıştılar. Diyelim ki rehber yok kabul, bir konuşma kılavuzu alsaydın eline de bir iki Korece cümle ezberleseydin be kızım.. Aynı tarz bir program olan "Ayna" da Güney Kore'ye gitmişti, yalnız o programın sunucusu o kadar tecrübeli ki hemen 3-5 cümle Korece öğrenmiş, kadınlarla ayaküstü sohbet falan etmişti :)

Neyse işte kızımız bu dil sorunsalı yüzünden sokak tezgahlarında gördüğü yiyecekleri uydurmak zorunda kaldı:

"Eee.. İşte bu da salçalı bir yemek sayın seyirciler.. Üzerindeee.. Biber var.. İçinde de sanırım şey var.. Balık var evet.."

Hadi bu yemek tuttu diyelim, bir başka uydurduğu yiyecek tutmadı da, çok güldüm bu kısımda ama:

"Bu da bir çeşit suşi, ama dürüm şeklinde yenen bir suşi, yani böyle ısırıp yiyorsunuz ehe ehe!"

Ah be kızım, o suşi değil kimbap, ayrıca o dürüm gibi yenir mi hiç, daha dilimlenmemiş yau :)

Aaah ah sevgili Trt ekibi beni gönderecekti ki tozunu attıracaktım Seoul'ün :) Şaka bir yana tabi bizim artık fazla donanımlı olmamızdan kaynaklanıyor tüm bunlar, yoksa başka bir izleyicinin bunları fark edip rahatsız olmasına imkan var mı hiç :)

Son olarak ilk defa şahane bir Kore tatlısıyla karşılaştım. Görünüş olarak tıpkı bizim pişmaniyeye benzeyen bir tatlı bu, adı "Kkultarae". Baldan yapılıyor. Avuç  içi kadar soğutulup sertleştirilmiş balı alıp çekiştirmeye başlıyorlar. O pişmaniye gibi uzuyor tabii. Uzayan teller birbirine yapışmasın diye de mısır ununa batırılıyor. Ve sonunda tam 16.000 tel meydana geliyor, 16.000 tel bal :) Tellerin için ceviz koyup servis ediyorlar. Çok güzel ama değil mi? İlk defa lezzetli bir şey buldum Kore'ye dair çok mutluyum :)

Bu videoda da o telleri nasıl yaptıklarını gösteriyor tatlıyı yapan çocuğumuz. Çok tatlı yaa, "My English is outstanding!" deyişine öldüm :)

[youtube=http://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=pCLYieehzGs]

Yazım burada bitti sayın okurlar.. Umarım bir gün gidip de bu yerlerin canlı canlı fotoğraflarını getiririz. Kocaman bir aminn sesi duymak istiyorum!! Ben de canım istemişken gidip pişmaniye alayım, onunla idare edeceğiz artık^^

22 Aralık 2011 Perşembe

70'ler Dönemi Türk Pop Müziği..

Uzun zaman olmuştu mim yazmayalı, tabii şu ödül mimlerini saymazsak :) Mim  olayı olmasa ben daha bir süre bloğa girmezdim herhalde :)  Güzel oldu güzel :) Neyse efendim, sevgili kaktüs çiçeğimiz Makinosev'in şu yazısında mimlenmiş bulunmaktayım :) Konumuz "Eski 45'likler". Kısaca tam benlik!! 1. sınıfta Kültür İnceleme dersinde proje konum "70'ler Dönemi Pop Müziği ve Dönem Kıyafetleri"ydi, bi dönem üzerinde uğraşmıştım yau, unutmam imkansız :) Bu yazımda da 70'ler dönemi Türk pop müziği tarihimize şöyle kısa bir bakış atacağız.. Buyrunuz, yolculuk başlasın :)

Türk pop müziği denildiğinde akla ilk gelen kişi elbette Erol Büyükburç.. Kendisi önceleri rock'n roll şarkıları söyeyip bu tarzda besteler yapsa da sonraları memleket müziklerine dönüş yaptı. 70'lerin ilk yarısında ise bir efsaneye dönüştü.. Çektiği filmler, bu filmlerin şarkıları herkesin diline pelesenk oldu.. "Bir başka sevgiliyi sevemem sevemem sevemeeeem.." sözleri şimdilerde bile herkesin hafızasında..

Bir Başka Sevgiliyi Sevemem 







70'ler aranjman türünün de ortaya çıktığı bir dönem. Aranjman, yabancı şarkılara Türkçe söz yazıp uyarlanarak seslendirilen parçalara deniyor. Türkçe söylemenin ayıp olduğu bir dönemde bu türde şarkılar söylendi hep.. Fecri Ebcioğlu aranjman türünün üstatlarından.. Kendisi o yıllarda ülkemize gelip giden Bob Azzam'ın şarkısı "C'est Ecrit Dans Le Ciel" adlı şarkısına Türkçe söz yazdı. Bu şarkıyı hepimiz biliyoruzdur sanırım: "Bak bir varmış bir yokmuş eski günlerdeee, güzel bir kız yaşarmış Boğaziçi'ndee!!"

Bak Bir Varmış Bir Yokmuş 







Türk pop müziğinin gelişmesinde çok büyük katkıları olan Altın Mikrofon Şarkı Yarışması'ndan da bahsetmesek olmaz şimdi. Bu yarışma 1965-68 yılları arasında kesintisiz yapıldı, 72 ve 79 yıllarında da birer kez daha tekrarlandı. İlk yarışmanın birincisi Yıldırım Gürses ve şarkısı Gençliğe Veda oldu. Cem Karaca ve Erkin Koray da bu yarışmanın bize kazandırdığı seslerden.. O yıllarda Erkin Koray'ın söylemiş olduğu Kızları da Alın Askere, Silinmeyen Hatıralar, Şaşkın, Fesuphanallah gibi şarkıları hala hafızalarda yer alan şarkılardan..

Erkin Koray-Fesuphanallah 







Dönemin Anadolu pop tarzı grupları da oldukça ilgi çekiyor. Öyle Bir Geçer Zaman Ki'den sonra hepimizin tanıdığı Mavi Işıklar da bu dönem patlayan gruplardan.. Diğer gruplara bir göz atarsak elbette başı Moğollar çekiyor. Ajlan ve Üç Ozan, Türeyiş, Siluetler, Mavi Çocuklar da oldukça başarılı gruplar. Üç Hürel'i de unutmamak lazım tabii. Grubumuz ilk plağını 1971'de çıkarmış. İsmi "Şeytan Bunun Neresinde/Ve Ölüm". Bir Sevmek Bin Defa Ölmek Demekmiş ise benim en sevdiğim şarkıları..

Mavi Işıklar-İyi Düşün Taşın 







Üç Hürel-Bir Sevmek Bin Defa Ölmek Demekmiş







Barış Manço 1970 senesinde çıkardığı Dağlar Dağlar ile bir anda patlayan şarkıcılarımızdan. Bu çalışmasıyla Platin Plak Ödülü'nü kazandı. Daha sonraki dönem ise Kurtalan Ekspres adlı grubunu kurma çalışmalarıyla devam etti. 1975'te ilk uzunçalarını yayımlayan Manço'nun ilk ve tek filmi Baba Bizi Eversene..

Barış Manço-Dağlar Dağlar 







Dönemin pop starı hiç kuşkusuz Ajda Pekkan.. 1962 yılında gece kulübü Çatı'da program yaparak sanat dünyasına adım atan Pekkan 63 senesinde Ses Dergisi'nin kapak yıldızı oldu. Daha sonra başarılarıyla Türkiye'nin yurtdışına açılan yüzü olmayı başardı. Tanrı Misafiri, Uykusuz Her Gece, Hoşgör Sen, Kimler Geldi Kimler Geçti şarkıları yine benim favorilerimden.. Süper star 1980 yılında Petrol isimli şarkıyla Türkiye'yi Eurovision şarkı yarışmasında temsil etti. Bu klipteki tarzını falan çok seviyorum ben, kumral halleri çok güzelmiş gerçekten..

Hoşgör Sen







Seveceğim, Gezeceğim







Nükhet Duru, Nilüfer ve Sezen Aksu bu dönem zirveye yerleşmiş olan isimlerden. Nilüfer ilk plağını 1972'de çıkardı, 73'te Dünya Dönüyor ile ilk Altın Plak'ını aldı. Nükhet Duru ise aynı ödülü Beni Benimle Bırak plağı ile aldı. İlk plağını yine 1975'te çıkaran Sezen Aksu ise asıl ününü Kaybolan Yıllar'a borçludur denebilir.. Olmaz Olsun, Kusura Bakma, Seni Gidi Vurdumduymaz yine dönemin başarılı çalışmalarından..

Sezen Aksu-Kaybolan Yıllar







Nilüfer-Göreceksin Kendini







TRT tarafından canlı olarak yayınlanan geniş kapsamlı ilk beste yarışması "Topluiğne Beste Yarışması". Aranjman türünün son bulmasını sağlamış ve birbirinden kaliteli müzisyenlerin, şarkıların ortaya çıkmasına ön ayak olmuştur bu yarışma.. Aynı zamanda Eurovision'a bir ön hazırlık da denebilir Topluiğne için. Esmeray ve Unutma Beni bu yarışmanın en önemli kazanımlarından biri.

Esmeray-Unutma Beni 







Eurovision Şarkı Yarışması'na da TRT'nin katılmaya karar vermesiyle beraber ilk kez 1975 senesinde dahil olduk. İlk seçimler gerçekten çok ilginçmiş, ikili bir seçim sistemi kurulmuş oylama için. Bir yanda posta kartları ile gönderilen halk oyları, diğer yanda TRT jürisi. Halk oylamasında Ali Rıza Binboğa "Yarınlar" ile birinci olurken, jüri Semiha Yankı'nın seslendirdiği "Seninle Bir Dakika" yı tercih etmiş. Bir de Cici Kızlar'ın Delisin'i birinciğe ortak olunca iş kuraya kalmış. Cici Kızlar'dan Bilgen Bengü boş zarfı çekince birincilik Semiha Yankı'ya kalmış.. Fakat 22 Mart 1975 gecesi oylamanın sonlarına doğru ancak Monako'dan 3 puan alarak sonuncu olmuşuz.

Semiha Yankı-Seninle Bir Dakika 







Ali Rıza Binboğa-Yarınlar







70'lerin pop şarkılarını, 90'lar kuşağına dahil olan benim ve benden küçüklerin çok iyi bilmesinin en büyük sebebi Hababam Sınıfı'dır hiç kuşkusuz. Dönemin en güzel şarkılarını bu seri sayesinde tanıdık sevdik.. Yoksa Seyyal Taner, Ali Rıza Binboğa, Erkin Koray gibi isimleri nereden duyup benimseyecektik :) En güzel Hababam Sınıfı şarkılarından bahsedeceksek, Seyyal Taner'den Son Verdim Kalbinin İşine, Beyaz Kelebekler'den Sen Gidince, Güzin ile Baha'dan Gençlik Başımda Duman, Yeliz'den Bu Ne Dünya, Erkin Koray'dan Estarabim, Erol Evgin'den Sevdan Olmasa başta olmak üzere birçok şarkı gözümüze çarpar. Ve hepsi gerçekten o kadar güzeller ki bir yüz yıl sonra da o kuşağın bu şarkıları dinleyeceğine eminim ben..

Hababam Sınıfı Uyanıyor 







Benden bu kadar sayın okurlar. 70'ler pop müzik süreci anlat anlat bitmeyecek cinsten, kısaca bir göz atmış olduk bizler de bu sayede. Bahsedemediğim bir sürü şarkıcı, besteci, söz yazarı da bulunmakta ama ancak bu kadar özetleyebildim :) Umarım sıkılmamışsınızdır.. Şimdilerdeki uyduruk pop şarkılarını, (tabii pop mu arabesk mi orası da belli değil ya:/ ) şarkı yarışmalarını falan görünce insan kaliteli bir şeyler de dinlemek istiyor bazen değil mi? Sevgili Oh Yoon Joo bu mim benden sana gelsin :) İki güzel kapanış şarkısı da yanında promosyon olsun :) Buyrun iyi dinlemeler :)

Semiramis Pekkan-Bana Yalan Söylediler







Ayten Alpman-Söyle Buldun Mu 





16 Aralık 2011 Cuma

En Güzel Ft Island Klipleri..

Ft Island klipleri güzeldir sayın okurlar, dans etmedikleri ve enstrüman çaldıkları için daha teması olan ve daha derin klipler çeker grubumuz. Hele bazılarını anlamakta bile güçlük çekerim ben mesela, düşünün artık :) Her neyse, en sevdiğim Ft Island kliplerinden bahsetmek istiyorum bugün, hepsinin yeri ayrı benim için ama bazılarını ayrı seviyorum orası kesin :) Buyrunuz başlayalım;

1- GIRLS DON'T KNOW







Bu benim en sevdiğim klip olmasına rağmen çekilip de yayınlanamayanlardan :( . Sebebini ben de bilmiyorum ama Won Bin gittiği için olabilir diye düşünüyorum.. Bu klibin en sevdiğim yanı tabii ki başta Hong Gi'yi odağa almış olması, bir de tüm üyelerin yüzünü net bir şekilde görebilmemdir. Bazı klipler var ki bir karmaşa bir keşmekeş, kimseyi göremeden klip bitiyor.. Bu klip öyle değil ama, özellikle kızların aşkı bilmemesinden dert yanan yanık sesli solistimiz tatlı kıyafetleri, mükemmel saçlarıyla hep odakta, şahane :) Bu arada Hong Gi'nin bu klipteki saçları gerçekten ne kadar güzeldi, bundan iyisini ben henüz göremedim, yaşına uygun ne hoş bir model değil mi? Kuzunun klibin sonunda bariz bir şekilde görebildiğimiz lenslerine de dikkat çekmek istiyorum, güzel güzel :)

2- HELLO HELLO







Bu klibi o kadar çok izledim ki sanırım her karesini ezbere biliyor olabilirim :) Hong Gi'nin adamakıllı giyindiği, saçlarını adamakıllı bir modele soktuğu hallerini seviyorum ya, bu klip de bu yüzden favorilerimden :) Jae Jin faciası dışında herkes pek bir tatlı.. Yalnızz.. Bu kliple ilgili aklıma takılan bir soruyu sizlerle paylaşmadan edemeyeceğim. Bu klipte Hong Gi ölüyor mu sayın okurlar? Arkadaşlarını kurtarmak için binaya dalıyor, dumanlar içinde kalıyor, sonra uyanıyor şarkı söylüyorlar falan, en sonunda binadan çıkmıyor, ama klibin bitiş sahnesinde yine o binanın önünden geçiyor.. Ay film gibi anlattım ha :) Neyse bu konuda beni aydınlatanlar olursa sevinirim :)

3- LOVE LOVE LOVE







Evet sayın okurlar lütfen şoka girmeyelim, bu çocuk da Hong Gi maalesef o_O.  O peruğu andıran saçları da peruk değil bizzat gerçek:/ Neyse bu peruk faciası çok şükür kısa sürdü ve Hong Gi kankası Hee Chul'a verdiği sözü tutup saçlarını kestirdi. Gerçi hayranları da çok tepki vermişti bu korkunç imaja, ama tepki verilmeyecek gibi değil ki!! :)

Ama şarkı da klip de çok güzel.. Birbirine kavuşamayan iki kuklamız var bu klipte. Garip semboller göze çarpıyor, gözyaşı yerine dökülen fermuar başlıkları mesela.. Sonra klibin çekildiği acayip mekan, o ışıklar falan. Her şey çok gizemli ve ilgi çekici. Kısaca Hong Gi'ye rağmen sevdim bu klibi de :)

4- LOVESICK







Aah ilk göz ağrımı da es geçemem tabii ki.. Lovesick benim ilk Ft Island şarkım ve klibim aynı zamanda.. Hong Gi'yi buradaki uzun saçlı bebe haliyle tanımıştım ilk kez. Hepsi öyle küçük öyle tatlı ki.. Ah bir de Won Bin var tabii.. Onun olduğu her klip daha özel benim için..

Bu klibimizde de aşk acısı çeken çiftler gösteriliyor tek tek. Aralarda da bir ormanda ve kafe gibi bir yerde şarkı söyleyip çalmaya çalışan çocukları görüyoruz.. Hong Gi yine iki büklüm söylüyor şarkısını, ağzına sağlık çocuk..

5- AFTER LOVE







Ayrılık şarkısı dendiğinde ilk akla gelen Ft Island şarkılarındandır After Love. Klibi de en az şarkı kadar duygusal, grubumuzun 5 üyesi de terk ediliyor başta Hong Gi olmak üzere. Daha klibin ilk dakikalarında çimenlerde bir kız tarafından terk edilen Hong Gi en yanık sesiyle söylüyor şarkıyı. Yazık ama :)

Ayrıca Hong Gi'nin "Ben artık büyüdüm" dediği bir klip "After Love". Uzun saçlı, sevimli çocuk imajından sonra yırtık kotlar, siyah ojeler, kısa siyah saçlar falan imajını bayağı değiştirmiş o dönemde. Bence güzel olmuştu, hatta keşke yine o saç modeline dönse..

6- THUNDER/ONLY ONE PERSON







Bu da Ft Island'ın dizi gibi çektiği kliplerden. Al çekirdeğini otur izle o kadar yani :) Henüz ergen bir lise öğrencisi olan Hong Gi barda tanıştığı bir kızla danseder, öpüşür falan filan.. Ama sonraki gün derse ilk kez gelen öğretmenin o kız olduğunu anlayınca çok şaşırır :) Tabi kız da.. "Aşkın yaşı olmaz" diyen çiftimiz yine de takılmaya devam ederler. Ama sonunda birileri (Hong Gi'nin düşmanı bir çete elemanıydı sanırım) bunları okul yönetimine şikayet eder.. Ve klibimiz kötü biter :(

Thunder bence Ft Island'ın en sevimli klibi. Bu klibin devamı da vardır, ismi de "Man's First Love Follows Him To The Grave". Onda da Hong Gi barda öğretmeni yerine başka bir kızla takılır kaderi değişir falan.. Ama onu çok sevmedim ben. Burada çok masum, çok sevimli.. Çekirdekleri temin ettiyseniz buyrun izleyin derim :)

7- FT ISLAND







Grubun 2. klibi Ft Island. Adından da belli olduğu gibi tatlı mı tatlı bir tanıtım şarkısı. Bütün klip bir ormanda geçiyor. Hepsinin gerçekten minnacık olduğu bir klip. Hong Gi zaten bir damla, Won Bin deseniz ondan hallice, diğer elemanlar ayrı çömezler :) O sempatik hallerini özlüyorum bazen.. Toplu saçları, sempatik kıyafetleriyle Hong Gi'nin bugünlerdeki tuhaf imajından eser yok. Neyse bu da geçecek diyorum, bir insan hayatı boyunca böyle berbat bir imaj benimseyemez nayırr :)

8- THE ONE







İngilizce özürlü Hong Gi ile diğer elemanların birlikte söylediği çok güzel bir şarkı "The One". Ama ben bu şarkıyı ne zaman dinlesem kötü olurum, Won Bin'in dahil olduğu son kliptir bu çünkü, ve de birlikte söyledikleri son şarkıları :( Hatta vedalarını bile bu şarkıyla yapmışlardı :(







Neyse bahsettiğim bu hüznün tam tersine çok eğlenceli bir klip bu. Klipte Jae Jin'in doğum günü var ve elemanlar neşeyle kutlama yapıyorlar. Klibin afetini de Won Bin olarak seçiyorum. Sen ne tatlı şeysin ya, gözlüklerine kurban :) Aklımda hep bu klipteki neşeli halleriyle, o cool güneş gözlükleriyle kaldı bu çocuk. Yeni tarzı da çok hoş ama, beğeniyorum ben. Bir de Hong Gi'ye öğretse azıcık giyinmeyi nolurduu :)

Şimdilik bu kadar. Belki bu yazının bir "Part II"sini de yapabilirim ama göz bebeklerim bunlar.. Hepinize iyi seyirler^^

7 Aralık 2011 Çarşamba

Çok Yönlü Blogger Ödülleri..



Eveet yine çok eğlenceli bir mim gelmiş bloğuma, hem de tam üç yerden birden. Beni bu güzel ödüle layık gören Lee'ye, Oh Yoon Joo'ya, Hikaruivy'e ve Madam Patapuff'a çook teşekkür ediyorum :) Mimin kurallarına gelince, kendim hakkında yedi şeyden bahsedeceğim ve çok yönlü blogger ödülünü alması için 10 blogger arkadaşımı seçeceğim.. İşim çok zor, 10 kişi sınırı olmasaydı ne güzel olurdu :(

Neyse önce işin sohbet kısmını halledelim değil mi? Masalevi kapısını açtı girin içeri bakayım :)

1- Türkü dinlemeyi çok severim, en çok da hemşerim Neşet Ertaş'ın türküleri beni etkilemeyi başarır, en hassas yerimden vurur.. Bestelerine söyleyecek sözüm zaten olamaz ama onun bağlaması gibi bağlama çalan birine de henüz rastlamadım.. Farklı bir teknik kullanır kendisi, boşuna "Bozkırın Tezenesi" olmamış tabii.. Allah ona uzun ömürler versin diyorum.. En sevdiğim türküleri ise "Yalan Dünya", "Ahirim sensin", "Neredesin Sen", "Kesik Çayır", "Yazımı Kışa Çevirdin"... Daha da çok sayarım ben, en iyisi diğer maddeye geçeyim :)







2- Çoğu zaman şanssız olduğumu düşünüyorum.. Birçok insana olduğu gibi hayatta hiçbir şey önüme altın bir tepsi içerisinde sunulmadı. Hani bazı insanlar vardır, hiç düşünmeden önlerine bir sürü fırsatlar çıkar, kapılar açılıverir birden. Ben tam tersi o kapıları günlerce, aylarca çalmak zorunda kalanlardanım.. Önceleri bu yüzden çok söylensem, çok üzülsem de şimdi gülüp geçmeye başladım. Belki de henüz bazı şeylerin zamanı değildir, belki de daha fazla sabretmem gerekiyordur falan.. Bu Pollyanna denen küçük kız olmasa böyle şeyleri de düşünecek halimiz olmazdı ha, çok yaşasın kendileri :) Neyse secret felsefesini düşünüp evrene olumsuz mesajlar yaymayalım şimdi :)

3- Öyle tarzım şudur budur diyemeyenlerdenim.. Kısaca moda olanı beğeniyorum. Bir sene sürekli elbise giyebilirken, başka bir dönem şort takıntısına yakalanıp şorttan başka bir şey giymiyorum. Bu konuda da arkadaşlarımdan da çok etkileniyorum denebilir, demek ki bana bir şeyi sevdirmek için onu sürekli empoze etmek gerekiyor :) Yıllarca aynı tarz kıyafetleri giyenleri de hiç anlayamıyorum, ben neden her şeyden böyle çabuk sıkılıyorum ya :)



4- Beyoğlu'nu, özellikle İstiklal'i çok seviyorum. Bir süre gitmeyince hemen özlediğimi fark ediyorum. Hele de Mangal Keyfi'ne uzun zaman gitmeyince kebap kokuları burnumda tütüyor :) (Bu arada bu mekanın üstüne kebapçı tanımam gidiniz, herkese tavsiye ediniz :) ) Oradan çıkınca bir kaç mağaza gezmek, ara sokaklardaki kitapçılara uğramak, soğuk günlerde sokak satıcılarından kestane almak, sonra Galatasaray'dan dönüp Fransız Sokağı'nın güzel mekanlarında bir şeyler içip Tophane'ye inmek falan.. Bana mutluluk veriyor.. İstanbul güzel şehir kısacası, her türlü zorluğuna ve keşmekeşine rağmen..

5- Ayakkabı hastasıyım. Evdekiler bu konuda gerçek anlamda hasta olduğumu düşünseler de ben bunun kızlara özgü, doğal bir özellik olduğunu onlara anlatmaya çalışıyorum :) Hele bir de insanın anne babası "İhtiyacın olandan fazlasını alma!" felsefesindeyse benim gibi işleri zor demektir :) Aldığım ayakkabıları sakladığımı bilirim :) Bu ara takıntım topuklu ayakkabılar.. Böyle bahsedince alışverişe gidesim geldi amaa :(



6- En sevdiğim yemeklerden biri Arabaşı Çorbası'dır. Çoğunuz muhtelemen bu çorbayı bilmezsiniz, İç Anadolu yemeği kendisi. Köylerde kar yağınca yapılırmış sadece, hatta hamuru soğusun diye karın üzerine koyarlarmış. Ben yaz kış istiyorum annemden ama, kar yağmasını beklersek ohooo :) Neyse yapımı kolay bir çorba bu, tadı da şahane. Tavuk, tavuk suyu ve kavrulmuş unla yapılıyor. Bir de hamuru var tabi, ben onu fazla yemiyorum, annem babam çok severler hamurunu da. Kısaca etrafınızda yapmayı bilen biri varsa hemen yaptırın deneyin, ya da tarifine bakıp yapmayı deneyin. Kış aylarında en şifalı yiyecek budur diyorum..

7- Çocukluk hayalim yazar olmaktı aslında. İlk hikayemi 10 yaşındayken yazmıştım. Dönme dolaptan düşüp ölen bir kızı anlatıyordu hatırladığım kadarıyla. (Tamam kulağa biraz psikopatça gelebilir ama ilk denememdi o benim :) ) Sonra sürekli yazdım, gece gündüz aklımda konular birikiyordu. Ortaokulda dedektif hikayeleri yazarken lisede aşk hikayelerine döndüm. Hikaye dediysem 150 sayfalık kocaman defterler doluyordu ben yazdıkça :) Ortaokulda ve lisede çok şiir yazdım bir de, sonra geçti o hevesim. Ama şiirlerimi hala seviyorum, okudukça neler neler hatırlatıyorlar bana.. Şimdi de Kore dizileri ve Ft Island sevgim sayesinde yazdığım bir hikayeyi senaryolaştırma çabası içine girdim. Hala yazmaya devam ediyorum kendimce ve bu hobimden inanılmaz zevk alıyorum. Yazmak iyidir, Allah herkese konuşup derdini anlatamayınca yazıp rahatlamayı nasip etsin..

Neyse amma konuştum ha, daha ödül vereceğim ben.. Buyrunuz ödül türenine :)

1- İlk ödülüm Makinosev'e gidiyor. So Ji Sub hakkında başka kaynağa başvurmamıza gerek bırakmadan yazdığı güzel yazıları, kendine has mizah anlayışı, kahkaha garantili bloğuyla o bu ödülü hak etti.. Şak Şak Şak!!!

Not: Hikayesi Küçük Siren şiddetle tavsiye edilir; tansiyona, baş ağrısına, kalp sızısına birebir, ilaç gibi :)

2- Diğer ödülümüzün sahibi Bez Cadıları bloğunun sahibi Oh Yoon Joo!!! Bloğunu her açtığımda farklı bir yazısını görebilmek çok hoş.. Hep böyle çalışkan olman dileğiyle Yuncucum :) Hikayemin yeni bölümlerini çabucak yazmam için de beni gaza getiren, hikayeme çok güzel de bir afiş hediye eden kişidir kendisi.. Kumavoyo çingu :)

3- Vee bu mimi bana ilk gönderen Lee. Her şeye aynı anda yetişebilen multi talented blogger :) Her konuya değinen farklı yazılarını her daim görmek dileğiyle :) Yeni hikayen de merakla bekleniyor biline :)

4- Hikaruivy, bir ödül de sana geliyor. İlk okuduğum yazın "You are Beautiful" yazısıydı ve karnıma ağrılar girene kadar gülmüştüm, dün gibi hatırlıyorum :) My Lovely Roommate'i, Güneş ve Ay'ı okuyup gülme krizine girmelerim, sorunlarımı unutmalarım hep sayende oldu. Eğlenceli yazıların hiç bitmesin :)

5-Sevgili La Fea, bu ödül de senindir :) Sayende Gong Yoo haberlerini, filmlerini, bir türlü çekemediği yeni dizilerini, reklam filmlerini, ona asılan aktrisleri falan tek bir adresten, hem de en eğlenceli yorumlarınla okuyoruz :) She loves YOO!!! diyorum diğer maddeye geçmeden :)

6- Diğer bir ödülümüz Aslı'ya gidiyor. Hiçbir millet ayırmaksızın yakışıklı keşifleri yaparak bizleri mutlu eden, her konuda, her alanda yazarak ufkumuzu açan yetenekli insan. Çoğumuz gibi bir Kıvançsever.. Ödülünü havaya kaldırabilirsin :)

7- Vee Blogger Band, bir ödül de size gidiyor :) Sevgili Günlük adlı, 4 arkadaş birlikte yazdıkları bloglarıyla sizi her gün farklı bir yere götürebilir bu kızlar. Gerçekten çok yönlü bir blog bu kısacası :) Elleriniz dert görmesin kızlar :)

8- Winpohu-ssi! Koş gel bir ödül de sana geliyor :) Kitap kurdu, anime manyağı, Tumbler fotolarıyla da sizi içine hapsedebilecek bir blogger kendisi.. Benim gibi İngiliz aksanına aşık o da.. Çok yönlü blogger ödülünü hak ediyor kısacası :)

9- Bir diğer ödül Madam Patapuff'a gidiyor :) Kendisinin ilk önce hikayelerini okumuştum ben. Hatta "Bu Aşk Değil Müzik" adlı hikayesini tatildeyken okumuştum, hala yaz günleri geliyor aklıma hatırlayınca :) Bol bol yazılarını ve hikayelerini okumak dileğiyle..

10- Son ödülümü de My Destiny'e gönderiyorum. :) Kendisinin tüm photoshop çalışmalarına hastayım, bu konuda bir üstat O :) Hikayem için yaptığı afiş de çok çok güzel, tekrar teşekkür ediyorum kendisine :) Güzel dizi, film yorumlarınla yazmaya devam etmen dileğiyle..

Keşke hala yazıyor olsaydı da, yazılarını dönüp dönüp tekrar okuduğum blogger arkadaşım Kendisi'ne de ödülünü gönderebilseydim :( Neyse, umarım en yakın zamanda aramıza dönüp yazmaya devam eder.. Buradan kendisine sesleniyorum: "Yay Pandaa!!!" :)

Ödül törenimiz burada bitti. Bir başka törende görüşmek dileğiyle esen kalınız, hoşçakalınız :)

3 Aralık 2011 Cumartesi

A Love To Kill: My Mistake!



A Love To Kill denince iki şey gelir benim aklıma. Birincisi "Hep sen mutlu olursan bu hiç eğlenceli olmaz değil mi?" repliği.. Aklımda derin yer etmiş repliklerden biri oldu bu. İntikamını alan, adaleti sağladığını düşünen Bok Gu kendisini rahatlatmıştır bunu söylerken, ya da öyle olduğunu düşünmektedir. Çoğu zaman hepimiz bu cümleyi söyleyebilmek istiyoruz ama değil mi? Bize haksızlık eden birini pişman edip "Hep sen mutlu olacak değilsin ya!" demek, ne kadar da güzeldir kim bilir :) Diğeri ise başlığımdaki "My mistake!" repliği.. Bok Gu intikam falan alamadığını, sadece kendisini aldattığını anladığında, pişmanlıktan gebererek bu kelimeleri sayıklar.. O tatlı ötesi Kore aksanlı İngilizcesiyle hatalı olduğunu haykırır.. Ve insanı ağlatmayı başarır..

Sevdiğim, özlediğim aktörlerin dizilerini tekrar izlediğimi yazmıştım. Rain'i tekrar izleyebilmek içinse bu diziyi seçtim. Full House dizisini de Rain'in oradaki rolünü de fazla sevmemiştim zaten. Ama bu dizide.. O öyle farklıydı ki..

Neyse Rain demişken önce ondan bahsedelim azıcık. Hem bol bol eklediğim Rain resimlerine de haksızlık olmasın :) Çocuk bir kere insan değil yau, bir erkekte olması gereken her şey onda toplanmış adeta. Uzun boylu, omuzlarının genişliği kadraja sığmıyor, kaslı erkek konusunda bir rol model, iyi oyuncu, dans edip şarkı söyleyebilmesi apayrı konular zaten, ses tonu çok etkileyici falaan filan.. Daha da yazabilirim ama başka şeylerden de bahsetmek lazım :) Bir de gerçek bir erkek gibi görünüyor. Ne kadar çok sevsem de Koreli aktörlerin %90'ının yüzündeki estetik müdahaleler yüzünden hepsi kusursuz, porselen bebek gibi görünüyorlar. Ama o öyle değil.. Estetikli mi değil mi bilmiyorum ama bence çok doğal, olması gerektiği kadar sert bir yüzü var..



Biraz da diziden bahsedeyim. A Love To Kill çok güzel bir aşk-intikam hikayesi. Abisinin intikamını almak için topstar Cha Eun Suk'un koruması olan Bok Gu ile kızımızın aşk hikayesi anlatılıyor dizide. Bi kere dizinin içerisinde çok güzel bir Misa havası var ve o bile diziyi izlemek için yeterli.. Misavari şarkılar, Misavari mekanlar.. Shin Min Ah'nın oyunculuğu çok çok iyiydi bir de. Çoğu kimse onu Gumiho rolüyle sevdi ama burada çok daha iyi bir oyunculuk sergilemiş bence. Ama çok ağladı yau, gözyaşları hiç dinmedi.. Bana bile fenalık geldi artık, insan ağlamaktan da yorulmaz mı? Bir de fazla saftı kızımız, yahu sen koskoca topstar olmuşsun, ne ortamlar görmüşsün azıcık gözünü açsana! Herkese inanıyor, kim ne dese kanıyor zavallıcık! Dizinin mağduru Min Gu değil bu kızdı kesinlikle..



Dizi 11. bölüme kadar çok güzel gidiyor, ama sonra tüm gidişat değişiyor birden, olaylar Min Gu üzerinden dönmeye başlıyor, ana konu bambaşka yerlere gidiyor, aşkın yerini pişmanlık, üzüntü, vicdan falan alıyor derken dizi çok yavaşlıyor. Ben o yüzden ilk 11 bölümünü çok sevdim bu dizinin, sonrası bizim sakız dizilerimiz gibi gereksiz olmuş..

Sevdiğim sahnelerden de bahsetmek istiyorum şimdi.. Gerçi çok fazla var ama birkaçını anlatmazsam olmaz şimdi :)



Bi Rain dizisinden bahsediyorsak bir öpüşme sahnesini beğenmemek olmaz şimdi. Adam bu işi biliyor kısacası.. Keşke gidip diğer meslektaşlarına da öğretse azıcık. O yapay öpüşmeler falan nedir yau :) Neyse kumsaldaki öpüşmeden bahsediyorum tabii ki.. Kızımız hıçkırıklarıyla boğuşurken dünyanın en cool hareketiyle onu çekip öpmesi gerçekten çok karizmatikti.. Hıçkırık böyle kesilecekse insan her daim hıçkırmayı göze alır dimi ama :)



Kızı otel odasında kurtardığı sahne de çok güzeldi.. Bizim efendi çocuk Joon Sung bir kadeh sojuyla Nuri Alço'ya dönüşüp Eun Suk'u odasına götürmeye kalkınca koruması güzel insan odaya dalıp onu kucakladığı gibi götürür. Bu hareketi süperdi.. Buradaki amacını çok anlayamasam da sevdim.. Zaten bu çocuğun hiçbir amacı anlaşılamıyordu ki dizide, kapalı bir kutu sanki, ağzından sözcükler zor dökülüyor..



Kızı kurtarışlarından bahsetmiyorum bile.. Sanki koruma olmak için doğmuş, Whitney Houston görse kıskanırdı neredeyse :)



Ve elbette ramen sahnesi.. "Seni sevmiyorum, seninle oynadım zaten.." diyerek kuzumuzu terk etme çabasına giren Eun Suk iki kase ramen yeyip her hassas bünyeli çekik kızımız gibi kusar. Tüm bunlara rağmen Bok Gu peşinden gider bu kıza yardımcı olur, sonra da "Gözlerin seni seviyorum diyor ama.." diyerek onu öper! (Kızın 10 saniye önce kusmuş olması bile bu sahnenin romantizmini öldürememişti :) ) Tabi bu hareketin amacı da sonradan anlaşılıyor ama yine de çok karizmatikti yau ne yapayım ben şimdi :) Bir de daha sonra yine oraya gidip ramen yiyen kızın hıçkırıklarını duyuyordu Bok Gu :( Bu dizinin her sahnesi anlatılır yau en iyisi burada keseyim ben :)

Son olarak dizinin müzikleri de şahane diyorum.. Hüzünlü, kalp burkan şarkılar hepsi de. Yıllardır aklıma geldikçe bıkmadan dinlerim ben de.. Yazıyı bitirirken bir de "Gel teskere!" türküsünü söylemekten başka bir şey düşmüyor bana. Rain bir an önce gelmeli ama değil mi sayın okuyucular :)